1960 yılında, 1800’lerin sonunda Kazan’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin çocuğu olarak Yozgat’ta doğan İhsan Oktay Anar lise yıllarında ailesinin yerleştiği izmir’de Ege Ünüversitesi Felsefe bölümünü bitirir. Sonrasında uzun yıllar aynı bölümde eğitim görevlisi olarak çalışır.
1980’li yıllardan itibaren çeşitli dergi ve kitaplarda hikayeleri yayınlanan Anar’ın ilk romanı 1995’de yayınlanan Puslu Kıtalar Atlası’dır. Sonrasında 6 romanı daha yayımlanmıştır. 1996’da Kitab-ül Hivel, 1997’da Efrasiyab’ın Hikayeleri, 2005’de Amat, 2007’de Suskunlar, 2012’de Yedinci Gün ve 2014’de Galiz Kahraman yayınlanır.
İhsan Oktay Anar; Türk edebiyatının Fantazi Edebiyat alanında, yarı tarihsel yarı fantastik romanlarında yaptığı müthiş tasvirler ve anlattığı hikayeler arasında oluşturduğu harika kurgular ile en sağlam kalemidir. Sıklıkla kullandığı Osmanlıca kelimelerin anlamını bilemeseniz dahi hikayenin ve cümlenin akışı ile kelimenin anlamını tahmin etmenizi sağlar. Kitaplarında bazen İstanbul’un sokaklarında kaybolur, meyhanelerinde sarhoş olur, kalabalıklar arasında saklanırsınız. Bazen de zaman makinasıyla zaman yolsuluğu yapar, Sur ile kıyameti yaşarsınız. Türk edebiyatının en iyi rüya anlatıcısı olan Anar’ın hikayelerinde hayatın rastlantısal ilerleyişini ve insan hayatının ezeli ve ebedi zaman içerisinde çok küçük ve önemsiz bir andan ibaret olduğunu hissedersiniz.
Verdiği nadir röportajların birinde söyledikleri Anar’ın hayata bakışını anlatır.
“Benim asıl kimliğim yazarlık değildir. yarın belki bütün el yazmaları, notları bırakarak, kütüphanemi terkederek ortalama bir kemancı olmaya çalışırım. Fakat kemana da bağlı kalamam. Yani bir insanın kendini yazar, öğrenci, genel müdür kimliği içine sıkıştırmasını bununla kıvanç duymasını anlayamıyorum. ne kötü diyorum, ne de olumluyorum; fakat anlayamıyorum. Dünya o kadar büyük ve seçenekleri o kadar fazla ki keman çalmak bize zevk veriyorsa niye yazar olarak kalalım, bu dünyaya eğlenmeye geldik.”
İyi okumalar.
Ne kadar doğru?