Summer Clipper
Merhabalar,
Geçen sefer, Nehir gezisi ile ilgili bir seyahat tecrübemizi sizlerle paylaşmıştım. Nehir gezisinden aldığımız keyifin bir üst çıtası ne olur diye düşününce, bu işin sonunun da pek olmayacağı, yeter ki çıta isteyin, nerelere gidebileceğini araştırmalarımız neticesinde gördük. Neyse ki internet diye bir şey var. İşin gücün yoksa, oturup, inceleyip, araştırınca, binbir çeşit inanılmaz seyahat alternatifleri ile karşılaşıyorsunuz. Eskiden internet yokken insanlar neye göre gidiyorlarmış acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Ama, diğer taraftan da işin sürpriz etkisi yok oluyor. Mesela, her şeyi önceden araştırıp, google street de bile gezinip bakınınca size sürpriz etkisi diye bir şey kalmıyor. Her bir şeyin resmi, videosu, kritiği, övgüsü. Bu da iyi bir şey mi kararsız kaldım.
Lafı dağıtmadan bu gezi yazısına getirmek isterim. Madem nehir gezisi ile müşerref olduk, kaçınılmaz bir şekilde sıra gemi ile seyahate geldi tabi ki. İyi de, hangi gemi, nasıl bir seyahat, hangi güzergah. İnsan araştırmaya başlayınca, neden tur rehberi olmamışım ki diye düşünmeden alamıyor kendisini. Ancak o iş de hiç kolay değil. Entellektüel kapasiteniz, hele ki bu internet ve bilgi çağında, müşteri-misafirlerinizden bi tık daha yukarıda olmalısınız ki, ekmek yemeye devam edebilesiniz. Çıta yükseldikçe, müşkülpesentlik seviyesi de artıyor malum. O yüzden, tur rehberlerine hakikaten Allah kolaylık versin.
Çeşitliliğe bakınca hepsine gitmek istiyoruz… ki böyle bir şey yok. Sonuçta, karar vereceksiniz. Kruvaziyer Gemi ile seyahat, göreceli olarak daha makul fiyatlara, ancak, hani akşam yemeklerinde şu smokin giyme meselesi ile artık kaç binlerce yolcu (abartalım tabi ki) ile güruh halinde nasıl bir seyahat olur, nehir gezisindeki az yolcu ile alınan kaliteli hizmeti düşününce, insanın ayrıca gözünde büyüyor. Daha farklı ne tür seçenekler olur derseniz, biraz da tamamen kişisel baskın tercihimle, ne yapıp edip, bir yelkenli gemi ile seyahat üzerine yoğunlaştım.
Mavi turlardaki gibi 3-5 kişinin olduğu 10-15 metrelik yelkenlilerden söz etmiyorum. Şöyle büyükçe bir yelkenli gemi. Çok değil, bir gün bile seyir yapsam, değmeyin keyfime. Ama bir günlüğü olanına denk gelemedim ) Araştırınca neler neler çıkıyor karşınıza. Yıl 2018, Bir baktım. Hani şu Türkçesi “Boz-yap”, frenkçesi “Puzzle” olarak anılıp, oyalanmamız için satılan yelkenli resim; “Sea Cloud” yelkenlisi. Yapıyorsunuz da bozamıyorsunuz olanlarından.
https://www.seacloud.com/en/yachts/sea-cloud/
Bembeyaz bir kuğu gibi, hem de 1930’lardan kalma tarihi mirası, ahşabın sıcaklığı, ihtişamı ve de fiyatı ile Sea Cloud’un sadece hayal olarak kalmaya devam edeceği belli oldu. Benzer olarak, Star Clippers firmasının bu işe adanmış 3 gemilik filosu karşıma çıktı. İçlerinde de, en güzeli, Sarıyer forması giymiş, 5 direkli, 42 parça yelkeni, 135 metre boy, 5000 ton, 227 yolcu kapasiteli Royal Clipper yelkenlisi.
Guinness rekorlar kitabına girmiş, sınıfındaki en büyük yelken alanına sahip (5 dönümden fazla yelken alanı ile) yelkenli gemi.
https://www.starclippers.com/eu/our-fleet/royal-clipper.html
Yelken ile seyir yapanlar, tadını alanlar, motorlu tekneden pek keyif almazlar. Ya da ben kendi adıma konuşayım tabi ki. (pancar motorlu sandal dersem, anlaşılır ne demek istediğim) Yelkenlide ise, gürültü yok, zırıltı yok, hısssss diye süzülen 5 bin tonluk bir gemi hayal edin. Rüzgarın gücünün kütleye yansıması. Demek istediğim bu.
Peki nedir bu “Clipper” mevzusu… Clipper ; 19 yüzyılda, deniz ticaretinde rekabetin artmaya başladığı, sürate daha fazla ihtiyaç duyulduğu dönemde, tekne boyu oranına göre göreceli olarak daha fazla yelken alanına sahip ve okyanus aşırı ihtiyacı karşılayabilecek, yani denize dayanıklı tekneler olarak, özellikle “altına hücum” döneminde ve “çay ticareti” için ve de sınırlı da olsa yolcu taşıma maksatlı olarak bir dönem kullanılan tekne yapısıdır. 2 yüzyıl sonra da turistik amaçla kullanılıyorlar))
Dönelim Royal Clipper’a. Bütçe açısından, hiç sormayın oldukça tuzlu. Ama Sea Cloud yelkenlisinin hemen hemen yarı fiyatına. Bunlar tabi ki, parmağınızı dahi oynatmadan lüks bana gelsin modunda seyahat opsiyonları. Yok daha ucuz olsun derseniz, o da var. Ama hamakta yatıp, müşterek banyoya razı olacaksınız ve de yelken açarken bi zahmet halatlara asılacaksınız hep birlikte. Hoooy hop ! Hoooy hop !
2018’de 4 günlük güzel bir Sorrento, Amalfi, Capri Adası bölgesinde Royal Clipper ile bir seyahat için hevesimizi, takvimsel olarak gerçekleştiremedik. Aklım, hep bu seyahatte kaldı. Diğer taraftan da döviz kurları sizi hayallerinizi ertelediğinize pişman ediyor. Baktık olacak gibi değil, aklımızda duracağına ….. Adını koyduk. Ocak 2019’da ödemesini yapıp, Temmuz 2019 u beklemece. Bu tip seyahatlere talep fazla olmadığı için, bir tur operatörü ile ilerleyemiyorsunuz. Tur operatörleri de iki üç kişinin keyfi için böyle bir bağlantıya giremiyordur diye düşünüyorum. Dolayısı ile, bilet alır gibi gemiye kendiniz kaydolup, geminin ayağına kadar kendiniz gidecek şekilde seyahatin kalan kısmını da kendiniz organize edeceksiniz. İşin meşguliyetli kısmı bu oluyor.
Biz, 06-13 Temmuz 2019 tarihleri arasında Roma–Cannes arasında 1 haftalık seyahati tercih ettik. Akdeniz bildiğimiz sular dedik, ayrıca bu sezonda fazla fırtına olmayacağını düşündük. Ve beklenen zaman gelince, Roma’ya hareketle start verdik. Bir gece Roma’da kalıp şehrin atmosferini yaşadıktan sonra gemiye, Roma’nın turizm limanı Civitavecchia’ya tren ile ulaştık. Trenden söz ederken, Trastevere istasyonundan aktarma ile gitme durumda kaldık, bu istasyonda, valizleri ile asansörleri kullanmak durumuda kalan turist olacaklar için, 4-5 kadından oluşan sistematik bir yankesicilik çetesi/durumu olduğundan söz etmekte fayda var. Asansör içinde işi bitiriveriyorlar. Bizim başımıza gelmedi, ama Çinli bir çifti hallettiler.
Civitavecchia, kruvaziyer gemiler için de oldukça büyük bir liman. Bir yerinden bir yerine ulaşmak için mutlaka araca ihtiyacınız olur. Ancak limanın girişinde, gelen her geminin biniş rıhtımına gidip gelen ring otobüs seferleri ile konu çözümlenmiş.
Valla, böyle durumlarda sizi pışpışlayan bir tur organizasyon firması olmadığı sürece, kendinizi gemiye sağsalim atana kadar, haliyle pek rahat da olamıyorsunuz… Bir aksilik olur da gemiyi kaçırırsanız ))) hele bir sonraki liman uzaklarda bir ada ise …
Sonunda ring servis otobüsü Muhteşem gemimizin önündeki gümrüklü alan çadırında bizleri bıraktı. Otobüsten inenlere kesin “kategori 6 yolcuları geldi” diyorlardır )) Kimbilir dünyanın nerelerinden yolcular geldi. Kıyafetlerinden, her haliyle krem dö la krem seçkin olduğu belli olan misafirlerin arasına salçalı sos olarak karışıveriyoruz. Haliyle “congierce” servis ile kapının önüne kadar getirilenlere, hemen pervane olunuveriyor. Dünyanın kuralı böyle. Belirli giriş beyanat ve formlarını doldurduktan sonra Gemi’ye (bu sefer tekne değil, harika bir gemi) holgeldiniz ile kabulumüz gerçekleşiyor. Eşyalar da bir şekilde kendini, kamaralarımızda buluyor. O konu gayet güzel, belli ki oturtulmuş bu tip seyahatlerde
Giriş işlemlerimiz tamamlandıktan sonra akşam yemeğine iniyoruz. Yemek salonu, geminin en alt güvertesinde ve ara katlardan yükselen bir iç hol ile tavanda gün ışıklarını içeriye bırakan ana güvertedeki küçük yüzme havuzlarından birinin tabanı ile dekore edilmiş. Nehir gemisinde olduğu gibi, burada da sabit masa değil, kaç kişi olduğunuza ve hangi dilde konuşulan masa tercihiniz sorularak bir masaya davet ediliyorsunuz.
İlk akşam yemeğini yedikten sonra, gün batımı ile birlikte seferimize başlıyoruz. Arrivederci Roma !
İlk gece, güzel bir esinti eşliğinde uzunca yıllar özlemini hissettiğim seyrin tadını çıkarmaya başlıyorum. İnsanın uyuyası gelmiyor bir türlü. Sıcak yaz akşamı, gökyüzündeki yıldızların ne kadar çok olduğunu bir kez daha hatırlıyor, o anın tadını çıkarıyoruz, taaa ki artık uyusak iyi olacak diyene kadar. Kamaramız hakkında biraz konuşursak ; konumu hemen hemen Grandi direği (2 nci direk) hizası bir kemerede, geminin omurga hattı üzerinde, orta kat güvertede bir iç kabin. Bunu belirtmemin sebebi, eğer biraz fırtına olur ise, geminin en az sallanacak kesimi olması. Hiç klostrofobiklere göre değil. Ancak neredeyse sadece uyumadan uyumaya uğradığımız bir mekan olduğu için, çok da umursamadık. Esasen gemide, 8 kategori kamara mevcut. Siz, ödeyeceğiniz bedelden haber verin. En üst kategori “Owner Suit” dedikleri sadece iki adet olan kamara ile onu takibeden Deluxe Cabin ve 1’den başlayıp 6’ya kadar giden kategoride diğer yolcu kamaraları. Daha altında da artık bulaşık yıkatıyorlardır. Bize denk gelmedi neyse.
Bahane ile gemiyi biraz tarif etmek güzel olur. Gemi, rüyamda bile zor görebileceğim cinsten, bir kere, tipi tam benim tipim. Hoş bir dizayn yani. Üstelik Yelkenli, Dünya rekoru da kırmış. En sevdiğim renkler, lacivert ve de beyaz. Azur mavinin üzerine nasıl da yakışıyor. Tüm arma yelkenler fora edildi mi … üf ü üf üf … Gemi, cabriolet bir otomobil misali güvertesi açık hava koşullarına maruz bir yapıda, ancak güneşin şiddetinden koruyucu tente tertibatı da bir harika. Aman, ya bana şezlong kalmazsa diye bir şey yok. Etrafa bir bakıyorsunuz, sanki güverte sadece size aitmiş gibi. Yani öyle meraklısı da fazla yok. Geminin en egzantrik iki kısmı var, hatta üç. Dört bile denebilir. Bunlardan bir tanesi, “Bow Net” dedikleri, bizde “Baston Ağı” tabir edilen geminin baş tarafındaki Cıvadra altında, nasıl diyelim, hamağa benzer, bizlere göre keyif yapma ağları (hah, böyle daha güzel tarif oldu )). Mürettebata göre yelkenleri istiflerken gerek duydukları zemin diyelim. Herhalde, bu geminin Baston Ağları, dünyadaki en güzel baston ağlarıdır. Hele ki seyir anında altınızdan şırıl şırıl denizin akıp gittiğindeki keyif …
Diğer egzantrik kısım, “Crow’s Nest” dedikleri, tercümesi karga yuvası. Hani korsan olursanız, ufukta bir gemiii diye bağıran adamın olduğu yer diyelim.
İlginç tabi. Büyüklere oyun parkı. Yukarıdan görünüş ise başka bir fasıl.
Diğer ilginç yerlerden birisi, Gemi giderken farkına varmadığımız kısım, geminin kıç altındaki, hidrolik olarak açılır kapanır su sporları istasyonu/iskelesi. Gemi açıkta demirlediğinde, buradan denize girebilir, halatlarla uzatılmış deniz yataklarında yatabilir, kanoya veya yelkene binebilir ya da şnorkel ile yüzebilirsiniz.
Diğer bir ilginç yer ise, eğer geminin SPA–fitness salonuna inerseniz, burası da, geminin su kesimi altında kalan bir alan olduğu için, lumbuzlardan dışarı baktığınızda ise, deniz altı dünyasını (muhtemelen 1 metre kadar altı) izleyebilirsiniz.
İlk gece seyrinden sonra ertesi günü ilk limanımız, Korsika Adası güneyindeki Bonifacio limanı.
Valla nasıl söyleyeyim, hayatımda ismini ilk defa duyduğum bir liman. Hayatta da bir gün sen “Korsika’ya da gidersin” deselerdi, güler geçerdim. Bu geminin sevdasına oraları da görmek varmış. Bir insanın durduk yerde kaçıncı önceliğidir Korsika’ya gitmek ? Üstüne üstelik, bir değil üç liman birden. Ara nağme diyelim. Korsika deyince, karışık bir tarihleri var. Epey bir şövalye hikayeleri (hikaye değil aslında gerçek de, napalım, olmuş bitmiş, o mealde). Karışık derken, gerçekten karışık… Gelen geçmiş, gelen geçmiş… biz bile … Eskilere dönersek, Turgutreis’in Osmanlı adına Fransızlarla birlikte Napoli ve Sicilya sahillerini vurduğu, Bastia kalesini ele geçirdiği, ancak o zamanki anlaşma gereği Fransızlara bıraktığı bir vakadır. Sonrasında daha da ilginç olanı ancak teyide muhtaç bir tarih çalışması gerektiren konu ise ; Nisan 1743’te Korsika cumhuru adına Kont Beaujeu’nun binbir zahmetle Osmanlı’ya gelerek, Osmanlının himayesini talep etmesi, hatta bu amaçla askerlerin barınacağı yer olarak şimdi ineceğimiz Bonifacio limanı ve kalesinin uygun görülmesi, yılda 100 kese altın ile vergi verilmesi vs durumları söz konusu olmuş, ancak bir şekilde olmamış işte. Korsika deyince, herkesin aklına Napolyon gelir. Korsikalı Napolyon baş şehir Ajaccio’da doğmuş. Bonifacio’da da bir ara yaşamış. Sonrası malum.
Korsika ilginçmiş, görünce bir şekilde beğendim doğasını. Sıcak sezona rağmen rüzgarı bereketli. Koca adada 350 000 nüfus yaşıyor. Bu adada 3 liman ziyaret edeceğiz ; Bonifacio, Ajaccio ve Calvi.
Gelelim Bonifacio‘ya. Antalya’nın falezlerinden daha haşmetli ve heybetli falezler dikkati çekiyor. Nedeni ise, inanılmaz rüzgarlara maruz kalarak rüzgar erezyonunun kireçli kayaları çabucak aşındırması. Üzerindeki alanda, yüzyıllardır ayakta kalan kalesi (hani şu ecdadımızın da kullanması düşünülen kale) ile hemen uçurumun kenarında yapılmış binalar dikkati çekiyor. Cam silerken denize uçarsınız, o derece yani. Bakalım kaç yüzyıl sonra o falezler çökecek. Yukarıdaki resimde dikkatinizi çekti ise kalenin hemen altında falçata ile kesik atılmış gibi bir “kesme” işaretine benzer bir şey göreceksiniz. Bakın orası çok mühim )) Aragon basamakları. İsmi bile duyunca, Üç Silahşörler, Demir Maske gibi ortam aklınıza geldiyse demek aynı yaşlardayız )) Yine rivayete göre Kral Aragon bu basamakları 1420 yılında askerlerine 1 gecede yaptırmış. 187 basamak. Ne için derseniz ? Turistik amaçlı. Adam geleceği görmüş, bizim gezebilmemiz için zahmet etmiş )) Tabi, inip çıkarken dikkat edeceğiniz en önemli konu yosunlu olan kısımlar ve sağlam kaymaz ayakkabı ile denemeniz.
Falezlerin üzerindeki evler ve ara sokaklar kendisine özgü. Ortamı ve o anı yaşamak güzeldi. Daracık sokakları, doğal mercan ürünü hediyelik eşya satan dükkanlar vs.
Buraya jet sosyete kendi lüks yatları ile gelir, doğal korunaklı bir liman olan marinasında takılırmış. İnanın buraya böyle rağbet varsa, bizim sahiller onlara cennet gibi gelir. Başka bir zaman, bir daha buraya gelirmiyim ? Yani… çok ısrar ederlerse bile zor.
Belki havanın da çok sıcak olmasının verdiği etkiyle gemimize döndüğümüze seviniyoruz.
Bakalım aşçı bizim için neler hazırlamış diyerek akşam yemeğini, gözlüklerimi de silip, ben dört gözle bekledim gerçekten. Sonrasında, “lö” ile başlayan bir menuden, bir akşamı daha güzelce tamamladık.
Bir zaman sonra, bir kaç çift ile sohbetleriniz ilerliyor. Alman ve Avusturyalı çiftler ile bir kaç yemekte aynı masada buluştuk. Bazı akşamlar, farklı misafirlerle de denk geldiğimiz oldu. Hatta bir akşam masamızda daha önce görmediğimiz bir çift vardı. Kaçak yolcu da diyemeyeceğimiz kadar şık insanlar. Neyse, tabi laf lafı açtı. Meğer beyefendi, şimdi ismini unuttum, Almanya’da önde gelen bir klima üreticisi firmanın sahibiymiş, işletmelerinin tamamında 10 bin kadar çalışan varmış. Bu geminin methini duymuşlar, “Owner Suit”de kalıyorlarmış. İki akşam yemek kamaralarına gelmiş ama yalnız takılmaktan sıkılmışlar. Biz de anca kendileri ile bu vesile ile müşerref olmuş olduk. İçimden dedim tabi, insan avamı da özler diye )) esprisi bir yana, değişik insan dokusu ile karşılaşmak, konuşmak, onları izlemek, ilginç. Eminim biz de onlara ilginç gelmişizdir.
Ertesi gün Sardinya Adası’nın, Alghero limanına vardık. İtalya’nın Sardinya ya da kimisine göre Sardunya Adasının bu sayfiye yerinde, çok güzel kum plajlar olduğu söyleniyordu. Ve biz de buna çok heveslendik. Güneye inildikçe Temmuz ayının haşmetli sıcağı da bir o kadar eziyor tabi.
Her şey yazıldığı gibi olsa çok güzel olurmuş. Malesef bizim bu bahsi geçen güzel kumsallara uzaktan bakmakla yetinmemizi sağlayan şey, ortamda baskın bir kanalizasyon kokusunun olmasıydı. Bunun yerine, şehrin merkezini gezmek durumunda kaldık. Şehrin kalesi ile birlikte, eski bir şehrin sokakları ve dokusu içerisinde, güzel bir ortam ile karşılaştık. Daha ziyade, Bonifacio’da da olduğu gibi benzer şekilde burada da rengarenk mercan kolyeler, deniz temalı ürün ve objeler, ahşap dekoratif hatıra eşyalar burayı hatırlatacak cinsten.
Sonrasında gemiye dönüp, yukarıda daha önce de sözünü ettiğim, teknenin kıç altındaki, açıldığında su sporları istasyonu olarak işlev gören platforma yöneldik. Harikaydı. Bir kaç kez daha seyahatimiz süresince istifade ettik. Güzel düşünmüşler böyle bir çözümü. Akşama doğru limandan demir alarak, kuzeye doğru seyrimize devam ettik. Akşamları, yemekten sonra, geminin orta bölümündeki açık bar alanında, mutlaka canlı müzik/dans veya misafirleri eğlendirmek adına, quiz show veya küçük yarışmalar şeklinde eğlenti saatleri düzenlenmiş, büyük kruvaziyer gemilerdeki kadar olmasa da, sıcak, samimi, yaygara şeklinde değil de, daha dingin bir eğlence atmosferi oluşturulmuş. Ancak, patlayan, çatlayan, olay olay animasyonlar arıyorum diyenler için, zaten bu gemide oldukları kabahat derim.
Yemekler ve ikramlar konusunda, personelini gerçekten başarılı bulduğumu ifade etmeliyim. Bu geziyi satın almadan önce, okuduğum kritiklerde, yemekler için 4 yıldız değerlendirmesinde bulunmuşlardı. Bence, 5 yıldızı hak ediyor. Yemekler ve öğünler harika, ancak sadece kahvaltı çeşitliliği açısından, evet, kritik edebilirim, daha önceki nehir gezimizdeki kahvaltı çeşitliliği ve kalitesi kadar bile değildi. Ama yemekleri gerçekten lezzeti ve sunumu ile takdire şayan. Ayrıca, garsonların servis için her an üzerinize titremeleri, işletmenin de, bu konuda ne kadar hassas olduğunun bir göstergesiydi. Hizmet personelinin çoğunluğu Filipinli. Cana yakın ve müşteri memnuniyetini özümsemiş insanlar.
Seyirlerin, hep gece vakti olmaması, gün doğumu ya da gün batımına denk gelecek şekilde de seyir halinde olunması, bize farklı fotoğraflar çekme imkanı da verdi. Eski günleri hatırlayarak, biraz köprüüstünde vardiya keselim dedik. Aslında birazdan biraz daha fazla bile olmuş olabilir.
Resimdeki gemicinin yakasına dikkatinizi çekmek isterim. Belki bilenleriniz vardır, ama bilmeyenler için belirteyim.
Deniz Erlerinin üniformalarında yaka yerine geniş, palet denilen lacivert bir parça olur. Bu Paletin kenarlarında da 3 beyaz çizgi belki dikkatinizi çekmiştir. Bu 3 beyaz çizgi için çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Örneğin, askerliğini denizci olarak yapmış bir tanıdığınıza sorarsanız size hemen bu 3 çizginin anlamı için; Koyun Adaları, Preveze ve Cerbe Deniz Zaferlerini temsil ettiğini söyleyecektir. Pek çoğu, belki bunu bile söyleyemeyecektir. O eskidendi söyleyebilenler. İşin hamaset tarafı gerçekten çok güzel. Ama dozunda bırakmak gerekli.
Eğer bu 3 çizgi bizim deniz zaferlerimizi temsil ediyorsa, Dünya Bahriyelerinde, diğer ülkelerin zoru ne ki, bizim başarılarımızı omuzlarında temsil etsinler. Dünya bahriyelerinin hemen hemen tamamında, denizci erlerin paletlerinde 3 çizgi görürsünüz. Bu 3 çizgi, evrensel olarak dünyanın genelinde kabul görmüş, tarihteki kesin sonuçlu 3 deniz savaşını simgeler. Bunlar, tarih sırasına göre Preveze (Osmanlı–Haçlı Donanması arasında), Trafalgar (İngiltere-Fransa/İspanya arasında) ve Tsushima (Coşima) (Japonya-Rusya arasında).
Bu nedenle de dünya bahriyelerinin erlerinde bu 3 çizgili paleti görürsünüz. Ama bazıları hariç. Kimler mi? Andre Dorya komutasında, Osmanlı Donanmasına yenilen Haçlı Donanması mensupları bu tarihsel hezimeti bir türlü hazmedemezler, İtalyanlar ve Maltalılar nedense artık, 2 çizgili paletle dolanırlar. Bu da bir duruş sergilemek neticesinde. Ancak Japonlara yenilmesine rağmen, Ruslar 3 çizgili palet taşımaktan gocunmuyorlar. Ya da, onlar da hamasi, farklı 3 gerekçe bulmuş olabilirler )))
Demem odur ki, yukarıdaki resimde 2 çizgili paletli mürettebat, Malta bandıralı bu gemide bulundukları için 2 çizgi taşıyorlar.
Bir dönem (8-10 yıl önce) Yalova-Kartal arasındaki IDO feribotlarındaki garsonlara da 2 çizgili paletli servis kıyafeti giydiriyorlardı, dayanamayıp, sorup konuyu eşelemiştim, altından ne çıktı dersiniz, IDO kafeteryalarını işleten firmanın italyan ortaklı bir firma olduğu)) Çok mu önemli ? Yooo … şuur ve farkındalık açısından belki İtalyana önemli, ama bize değil de diyebiliriz. Ama, çoğunluk umursamayınca, malum, umursayan adama deli derler.
Sardinya Adasından, tekrar Korsika Adasına, Ajaccio limanına doğru ilerliyoruz. Geceleri hakim rüzgarın da geliş açısına bağlı olarak tüm yelkenler fora edilir. Ancak … farklı bir şekilde. Vangelis’in “Conquest of Paradise” isimli eseri çalarken yelkenler görsel efektler eşliğinde fora edilir.
Bunu hemen hemen her gece yaşadık. Siz, bir de gemi personelini düşünün. Vangelis’i nasıl anıyorlardır artık. Çin işkencesi gibi. Ertesi sabah, Korsika’nın önce Porticcio sahiline çıkarma yaptık. İsim, İtalyan kasabası gibi gelse de Fransız. Yıllarca içli dışlı iki ada arasında, isimler de böylece kalmış. 2-3 saat harika kumsalında denizin tadını çıkardık.
Sonra, herkes tekrar gemiye döndü ve 10-15 mil ötedeki Ajaccio, yani baş şehrindeki rıhtıma yanaştık. Sardinya adasından sonra, Korsika ve Fransızlar, daha bir çıtası yüksek geldi gözümüze. Ajaccio, Napolyon’un doğduğu şehir demiştim. Ama, her taraf Napolyon diye bağırmıyor, iyi de yapmışlar.
Böylece daha sempatik bir Akdeniz şehri olarak kalmış. Çok kalabalık değil, ancak iki gündür gördüğümüz limanlardan sonra daha büyükçe geldi. Tabi ki limandaki teknelere bayıldım. Kedi ciğere baktığı gibi baktım, baktım, baktım.
Korsika adası, Roma’dan, Cannes’a giderken, işte ne diyelim, çeşit olsun , bir daha nerede göreceksiniz, doğanın güzelliklerinden de istifade edin, hep büyük kent görmek ve yaşamaktan bıkmışsınızdır kabilinden eklenmiş gibi geldi. Ancak Ajaccio, gördüğümüz kadarı ile restoran, cafe ve barları ile gece hayatı daha renkli ve canlı izlenimi verdi. Aslına bakarsanız, daha önce bilinmedik bir yeri anlayabilmek ve keşfedebilmek için bir kaç saatliğine izlenim ile yargılamamak gerekir. İnsan, genellikle sınırlı ömründe, gezip göreceği yerler arasında, yeni yerler mi keşfetmek, ya da popüler yerleri mi önceliğine koyma konusunda ikilem yaşayabilir. Belki de her ikisine de zaman ve bütçe ayırmak, hayatı renklendirmek adına daha uygun olabilir. Bu gezi de buna imkan vermiş oldu.
Akşam yemeğinde Korsan Gecesi konsepti vardı. Tabi garson arkadaşlarla aynı dilden konuşmak güç oldu. Muhtemelen korsanca bir şeylerdi; ahoy ahoy …
Yemekler ile ilgili olarak, plaj tarzı kıyafet ile salona gelmek hem hoş değil, hem de güzel bir kural olarak kabul etmiyorlar. Ancak kahvaltı ve öğle yemekleri için sandalet ve bermuda şort için problem yok. Tabi ki yakalı bir tişört daha uygun oluyor. Akşam yemekleri için Queen Mary 2’deki gibi smokin, gece elbisesi giymeniz beklenmiyor çok şükür. Ancak pantolon ve gömlek ile beyefendiliğinizi göstermeniz isteniyor. Hele gurban, baklava kasları, göbek kaşıma, ben senin kim olduğunu biliyormuydum tarzı görgüsüzlüğün asla yakışmadığı, “nezaket” derken de, burnunuza sokulmadığı güzel bir ortamdan bahsediyoruz
Yemeğin ardından da açık güvertede, yediklerinizi yakabilmeniz için dans faslı tabi ki.
Halen Korsika’dayız, akşam yemeğinden sonra gece saatlerinde nisbeten kısa bir mesafede, adanın kuzeyindeki Calvi limanına doğru yola çıkıyoruz. Her akşamki gibi, güvertede açık hava barı, müdavimlerini topluyor.
Hemen hemen geziyi ortalamaya başladığımız saatlerde, bundan sonra gezimizin kalan kısmında, daha renkli ve popüler limanları ile vakit geçireceğimiz için ayrı bir heyecan duyuyoruz. Çünkü, Temmuz ayında ne kadar kuzeye çıkarsak o kadar iyidir “umarım”.
2. Bölümde görüşmek üzere
0 Yorum