Sahi ne diyorduk; Yemek salonu kocaman bir salon. İki katlı. İlki saat 18:00, ikinci oturum saat 20:00 de başlıyor. Peki diyeceksiniz ki muhabbet iyi oturalım bütün gece. Öyle olmuyor. Zaten bunu da düşünmüşler, arkadaşlarınızla uzunca özel sohbet edebileceğiniz farklı konseptlerde, özel rezervasyonlu yemek salonları da bulunuyor gemide. Ayrıca, zaten aklınız yemek sonrası Büyük Gösteri Salonu (Royal Court Theatre)’nda kalıyor.
Çünkü, her akşam harika birbirinden farklı müzikal tadında gösteri/konser/stand up ve birebir canlı performans. Tabi bunu kaçırmak istemezsiniz. Üstelik yerler numaralı da değil. İlk giden oturur. Böyle harika gösterileri en ön ya da ikinci sıradan izlemek … keyfi bambaşka. Düşünün, benzer kalitede Broadway’de bir gösteriye bilet bulacaksınız, en önden izleyeceksiniz ve bunu 12 akşam boyunca değişik performansları izleyerek sürdüreceksiniz?
Kulağa nasıl geldi? Tabi iki tertip yemek yendiği için, bu gösteriler de gecede iki kez yapılıyor. Dolayısı ile bunu gerçekleştiren gencecik, yetenekli gösteri sanatçılarına hayran kalmamak elde değil.
Gösteriler 45 dakika sürüyor ve gösteri bitimde Eğlence Direktörü hanımefendi sahneye çıkıyor ve her seferinde, nasıl showumuzu beğendiniz mi? Diyerek aslında kendisini ve ekibini teyit ettiriyor. Ardından da geminin hangi salon ve barlarında hangi canlı müzik ve aktivitelerin olacağını hatırlarınıza sunuyor. Gösteriyi izleyenler artık geminin her tarafına dağılıyor. Gündüzleri ikindi çayını yudumladığınız salon (Queens Room), geceleri de dans salonu haline geliyor. Memleketimizde artık “epeyce yaşlı” olarak tabir edilen nesil, burada dans pistinden inmek bilmiyor.
Artık, akşamları barlarda kalabalık, müzik vs. Sıkıldım diyorsanız, saat 22:00’de Illuminations Oditoryumda Sinema saati. Uyku öncesi ninni gibi geliyor.
Tabi bu aktivite alanları (salon, bar, cafe vs yerlere giderken güzergahınız öyle güzel planlanmış ki, mesela, her gidiş, gelişinizde resim galerisi olarak tasarlanmış bir koridordan geçiyorsunuz aslında. Gerçek sanat eserleri. Çok beğenip de almak isterseniz, fiyatları 10.000-15.000 USD den başlıyor.
Seyahatimiz süresince, 5 ayrı gün, 5 ayrı Ada devlete liman ziyareti yaptık. New York’tan Karayiplere gidiş 3,5 gün, dönüş de 3,5 gün sürüyor. Bu aslında, toplamda 7 günlük İngiltere-ABD Atlantik geçiş seyri süresine eşit bir süre. Ya da diğer bir ifadeyle, bu seyahat ile hem duraksamadan, sürekli seyir hali ne demek onu yaşıyor, hem de adalar arasında, her gün bir liman yapacak şekilde monoton olmayan bir faslı da tatmış oluyorsunuz. Adalar arası, geceleri seyir yapılarak, her sabah erken saatte, bir diğer adaya varılacak şekilde bir seyir planlaması yapılmış.
Bu seyahat süresince uğradığımız adalar; St.Kitts ve Nevis, St. Lucia, Barbados, Dominica ve İngiliz Virgin Adaları (Tortola) olmak üzere 5 Doğu Karayip Adası. Adaları tek tek, detay detay anlatmayacağım. Ancak geneline dair ifade etmem gerekirse; hepsinin iklim özellikleri doğal olarak aynı. Günün herhangi bir zamanında yağmura denk gelebilirsiniz. Biz de denk geldik ancak şansımıza hep korunaklı alanlarda yakalandık. Yanınızda buna hazırlıklı inceden taşıması kolay yağmurluk misali tedbir alabilirsiniz.
Yine, hepsinde ortak olarak tespit ettiğimiz güzel bir husus, 5 gün boyunca, 5 adada da kavga eden, bağırıp çağıran agresif bir Allah’ın kuluna da rastlamadık. Aksine, güler yüzlü insanları gözlemledik. Herhangi bir hırsızlık olayı duymadık, denk gelmedik. Kendi başımıza yürüdüğümüz yerlerde de bir şekilde kendimizi güvende hissettik. Adaların hemen hepsinde, okul formalarını giymiş öğrencilerin yüzlerindeki hayat coşkusunu gördük. Bizlere gezilerimizde rehberlik eden görevlilerin, yaşadıkları yerleri ne kadar da güzel sundukları, memleketlerini ne kadar da güzel sahiplendikleri, sevdiklerini tüm ifadelerinden okuduk.
Biz memleketimizde artık yaz sezonları, rahatlıkla 40 derecelerin yukarısını yaşarken, burada en sıcak olan yer, en güneyde olan Barbados adası idi. Sıcaklık orada da 30-32 dereceleri aşmıyordu. Adalar genel olarak birbirine benzediği için ve aslında aman aman çok da tarihi bir miras olmadığı için diyelim, genelde cazibe alanları, doğal güzellikleri oluyor. Bu ana tema paralelinde pek çok “excursion” olarak tabir edilen, günlük turlar paket olarak sunuluyor. Bu döngüden, pek çok endüstriyel alan beslendiği için haliyle de fiyatlar yükseliyor ve sunulan fiyatlar yüksek algılanıyor. Ancak, nokta atış, fazla uğraşmadan, adaların en cazip yerlerine, seçtiğiniz lokasyona, adrese teslim, götürülüp, getiriliyorsunuz. Kendi başınıza buralarda bir taksi ayarlayıp gitmek ve gelmek, maceranın zirvesi olur, tabi cesaretiniz varsa. Sonuçta gemiyi yakalayamamak da var. İşin “öcü” tarafı bu.
Bu tip seyahatlerin hemen hepsi, daha doğrusu memleketten uzak, uzunca bir zaman, internet olmadan, belki bunları söylüyor olmak hoş değil ama ifade etmeliyim ki, her gün içinizi karartan günlük haberlerin işkencesi olmadan, yaşamın zehirli alanından adeta izole edilmiş bir şekilde, detoks bir periyod geçiriyor olmak inanılmaz güzel bir şey. Ruhunuz arınıyor. Neyse…
Son ziyaret ettiğimiz liman Tortola’dan ayrılırken, aslında içinizi de bir hüzün kaplıyor. Gezegenin bu yöresinde, ne kadar da farklı güzelliklerin olduğu, insanların buralarda nasıl bir yaşam mücadelesi verdiklerini, tüm bunlara rağmen doğa ile uyumlu, nasıl da barışık bir şekilde yaşadıklarını gözlemliyorsunuz. Belki de her şeye rağmen, insan olduklarını, birbirilerine gösterdikleri “saygı” hissinin ne kadar da değerli olduğunu unutmadan günlük yaşamlarına devam ettiklerini görmek etkileyiciydi. O diyardan ayrılırken de çok yüksek ihtimal, bir daha oraları göremeyeceğinizi bilerek ayrılmak da işin hüzünlü kısmını oluşturuyordu. İnsanın yapısında var, güzel şeyler hiç bitmesin ister.
Artık dönüş seyri başladı ve daha 3,5 gün sürecek keyifli anların tamamını özümsemek üzere, her anın tadını çıkarıyoruz. Gelirken tecrübe ettiğimiz iklim değişikliğinin bu sefer tersini yaşayacağımızdan, özellikle dönüşte, ilk iki gün olabildiğince açık hava ve alanlardan istifade ettik gemide. New York’a yaklaştıkça Kış koşullarının etkisini hissedeceğimizi tahmin ediyorduk. Nihayetinde son gün ve son gece, o ninni gibi sallanıyor dediğim koca geminin bile, hatırı sayılır oranda sallandığını görmek de kısmet oldu. Beni etkileyecek düzeyde olmasa da eşim bu salınımlardan etkilendi doğal olarak. Deniz tutmasına karşı hap bulundurulmasında fayda var diyebilirim. Zira bir ara, rüzgâr kuvveti 10 şiddetini buldu.
Her şeyin bir başlangıcı ve bir de sonu var doğal olarak. 12 gün sonra sabah gün doğarken New York, Brooklyn Cruise Terminali’ne aborda oluyor gemimiz.
Yıllarca hayalini düşlediğim Queen Mary 2 gemisinde olmak, harika 12 gün geçirmek ne diyebilirim ki, bana çok iyi geldi. Tek eksiği neydi diye düşündüğümde, sanırım, Limandan ayrılış esnasında tüm yolcuların güverteye dizilerek konfetiler atma sahnesi. Olsaydı ne olurdu? Çevre kirliliği. O zaman, bu kadarı da eksik olsun tabi ki.
Böyle şeyler, tamamen meraklısına hitap eden geziler, ebetteki alternatif pek çok cazip rotalar ile bu tarz seyahate ilgi duyanlar için tavsiye ediyorum.
Özellikle Queen Mary 2’yi.
Esenlikle kalın.
0 Yorum