Günümüzde yüzlerce çeşit gemi ile seyahat imkânı varken, bugün sizlere, içlerinde diğerlerinden tamamen ayrılan tek bir gemiden söz ederek başlamak istiyorum. Çünkü “Tek”.
Genel olarak, birbirinin benzeri gemi tipleri ve tur organizasyonlarına sıklıkla rastlanır. Bunlar, kalabalık bir popülasyona havi şekilde, belirli güzergahları kateden Kruvaziyer Gemiler, ya da bu tip gemilerin neredeyse yirmide biri kadar yolcuya hizmet veren Nehir Gemileri, oldukça Lüks kategoride Yatlar (ki bunlara da gemi diyebiliriz; daha önceki yazılarımda söz etmiştim) karşımıza çıkmaktadır.
Kruvaziyer gemiler; 1.000’li rakamlardan daha kalabalık sayıdaki yolcuları barındıran büyüklükteki gemiler. Bugün, en büyüğü olarak “Icon of the Seas” gemisinin 7.600 kişilik olduğu söyleniyor. Mürettebatı ile 10.000’i buluyor. 20 katlı. Malum, büyüklük takıntısı/hamaset sadece bizim coğrafyamıza özgü değil. En büyüğü, en yükseği, en kocamanı derken, iş bazen çığırından çıkıyor. Bu tip gemilerin görsellerini, ilanlarını incelediğimde bende oluşan algı, “inanılmaz bir güruh ve bir tenekenin içerisinde yuvarlanıyormuş hissi” gibi her zaman. “İnsan Tsunamisi”. O renk cümbüşü içerisinde su kaydıraklarının iç organlar gibi geminin orasından burasından dolanıyor olması, olabilecek her yanına, kaçak kat inşa eder gibi kamaraların tıkıştırılmış hissi …

Daha yazarken bile parmaklarım geri geri gidiyor inanın. Bu konudaki eleştirimi ukalalık olarak değil de orantısal bir yaklaşımın ötesine geçilmiş her örnek karşısındaki düşüncelerim olarak kabulünü umuyorum siz okurlardan. Dolayısıyla bir şekilde kıyısından, kenarından merak edip de geçmedim bu tarz gemilerin. Ancak, bir tanesi müstesna…
Sanırım şu Hollywood etkisi kötü bir şey. İnsanın zihninde yer eden bazı şeyler, gün gelip size göründüğünde, bir şekilde onun illüzyon etkisi içerisinde kendinizi bundan alamıyorsunuz. Belki çocukluk yıllarından izlediğiniz bir filmden kalıntılarla öyle bir ortamda bulunma arzusu muhtemeldir ki, beni bu gemiye doğru adeta sürükledi.
Kendisine özgü dizayn ve stili ile, bir önceki yüzyıl, hatta iki yüzyıl öncesinden klasik Okyanus ötesi seyahatlerinin gemileri “Transatlantikler; “Ocean Liner” olarak adlandırılırlar. Bu gemilerin kendisine özgü cazibesi, nihayetinde bizi buluşturdu. 1840’tan bu yana bilinen en eski transatlantik işletmecisi Cunard Lines firması, dünyada bu konudaki en eski şirket diyebilirim. Buharlı gemilerin hem yolcu hem de posta taşımacılığı yaptığı dönemlerden itibaren, gelişen talep paralelinde oldukça lüks kategoride bir segmente geçiş yılları ile, bir dönemin Jet Sosyetesi ve Ünlülerinin yaşam stilinin bir parçası olarak anılırdı. Şöyle hayal edin, New York Manhattan adasının batı kıyıları havaalanı apronları gibi numaraları ile anılan Transatlantik iskeleleri (Pier), dolup dolup boşalırdı.

Ancak, küresel ulaştırmada, havayollarının bariz dominant etkisi, özellikle bu derece lüks gemi seyahatine olan talebi de farklı boyutlara indirgedi. Özellikle, yukarıda da bahsettiğim şekilde, çeşitli segmentlerdeki Kruvaziyer gemi işletmeciliği ile “yolcu başına” maliyetlerin erişilebilirlik anlamında daha makul seviyelere gelmesi ve güzergahların inanılmaz çeşitliliği, o eskinin ihtişamlı gemi seyahatlerinden ziyade, tamamen rahatlık ve gevşekliğin tercih edilir olduğu bir yöne evrildi. Dolayısı ile geçmişin O, “ikonik” sembol seyahatine meraklı kitle de giderek azaldı. Nihayetinde bu işi bu ligde yapıyorum diyen şirket olarak da oldukça az sayıda firma kaldı. Cunard Line firması da halihazırdaki 3 gemisi (ve bu yıl hizmete başlayacak olan dördüncü gemisi) ile, gerçekten kendisine sadık müşteri profili ile bu işi götürüyor. Bu 4 gemilik filosunda, uzunca bahsettiğim; Ocean Liner statüsündeki tek gemisi ise, şahsen yıllardır hayali ile yuvarlandığım, “Queen Mary 2” gemisidir. Diğer gemiler, bildiğiniz kruvaziyer (Cruise Line) tip gemilerdir. Kruvaziyer gemiler, dikkatinizi çekmiştir, daha yüksek “ana bina” (Super Structure) yapıları ile göze çarparlar. Adeta yüzen bir duba üzerine oturtulmuş, bildiğiniz büyükçe bir otel gibidir. Bunun fırtınalı denizlerde dalgalara karşı göstereceği stabilite de doğal olarak biraz farklı olur. GM-KM mühendislik hesapları ile alakalıdır. Fırtınayı yediğinizde şüphesiz hissedersiniz.

Queen Mary 2 gemisi ise dizayn anlamında, günümüzün diğer tüm gemi tiplerinden bariz şekilde farklıdır. İnşa yapısı tamamen çeliktendir. Stabilite açısından, dizaynın tamamında kendisine özgü, yüksek fırtınalı denizlere dayanan bir hidrodinamik duruş sergiler. (Cruise Line gemiler çelik omurga ancak alüminyum üst yapı gibi farklı konseptler içerirler). Dolayısı ile başlangıçtaki bu radikal fark, bu gemiyi Ocean Liner kategorisine sokar. Bu nedenle de şu anda Dünyadaki kalan en son Ocean Liner Gemi olarak anılmaktadır. Okyanus koşullarına daha dayanıklı anlamında. Halen İngiltere ile ABD arasında düzenli 7 günlük Transatlantik geçiş seferleri yapan tek gemi de budur. (Diğer gemiler de geçiş yapar ancak yılda bir-iki kez, o da sezonsal bölgelere intikali boş yapmamak adına). Gemiyi profil görünümden incelediğiniz zaman da geminin tüm formundaki orantısallık ve duruşunu ve de o klasik transatlantik dizayn edasını kolayca hissedebilirsiniz.

Özellikle taraça şeklindeki geminin arka formu ile kesintisiz şekilde gemiyi çepeçevre dolanan “Promenade Deck” gezinti güvertesi tipik özelliğidir. 2 turu 1 km, 3 turu 1 mil yürüyüşe karşılık gelir. 345 metre boy ve 41 metre en ile gerçekten büyüleyici. Geminin enini en güzel hissedeceğiniz yer, akşam yemeğini yediğiniz ana restoran diyebilirim. Başınızı her iki yana çevirdiğinizde 40 mt yi aşan derinlik algısı çok etkileyici. Tonaj olarak 80.000 tona yaklaşmaktadır.
Uzunca sözün kısası, onca zaman aklımızda duracağına, gidelim ortamı yaşayalım diyebildik şükür ki.
Bu gemi için paket tur kapsamında önceki yıllar neredeyse hiç ilanlara rastlamadım bizim Türk acentalarda. Nedeni oldukça açık; talep olmayışı. Meraklısı yok diyelim. Zira verdiği imaj ile sanırım herkes, “yolcuların sabahtan akşama penguen gibi smokinler içerisinde dolanıyor” sanmaları olabilir. Talep olmayınca da böyle bir gemiye gidebilmeniz için elinizi sıcak sudan soğuk suya değdirmeden tüm hizmetleri anahtar teslim “”all in one” alma şansınız da kalmıyor. Cunard gemilerine yönelik koca bir yıl içerisinde ancak bir veya iki tur ilanına denk gelebilirsiniz. Muhtemelen distribütör anlaşmaları devam etsin türünden Türkiye acentası, talep olabilecek en muhtemel güzergahlara ilan veriyorlar. Böyle bir opsiyonu yakalayabilmeniz halinde, gidiş geliş ulaşım da paket içerisinde sunulduğundan çok daha makul fiyata böyle bir tatile en rahat şekilde erişmiş oluyorsunuz.
Bizim durum biraz farklıydı. Hem “Queen Mary 2” gemisi olsun, gitmişken vizemiz bitmeden ABD’ye bir kez daha gitmiş olalım hem Atlantik Okyanus seyri olsun hem de 4 mevsimi yaşayalım gibi düşüncelerle, 26 Kasım-08 Aralık tarihleri arasında, New York’tan kalkış ile Doğu Karayip Adaları ve nihayetinde New York’a dönüş ile sonlanan 12 günlük seyahate kendimizi ikna ettik.
Önceleri Türkiye’de acentası olmadığını düşündüğümüz Cunard firması ile yazışmaya başlayınca, aslında anlaşmalı bir acentalarının olduğunu, bunun da daha önce nehir turlarımızı düzenleyen Golden Bay firması olduğunu öğrendik ve sevindik. Zira bu işimizi bir nebze olsun kolaylaştırdı. Her ne kadar, ulaşım dahil bir paket tur olamayacak olsa da muhatabımızın Türk firması olması ve Cunard’a doğrudan ödeyeceğimiz bedel ile acentaya ödenecek arasında bizim açımızdan bir fark olmaması işin olumlu tarafıydı. O kadar yol gidilmişken 3 gün New York’ta da kalalım düşüncesi bizi gidiş-dönüş uçak ve münferiden kalacak yer ayarlama telaşına da ayrıca soktu tabi ki. Paket turlarla bir yere gittiğiniz zaman, tamamen o paket kapsamındaki uçak tarifesine uymak zorunda kalıyorsunuz. Dolayısı ile o kadar gitmişken, 2 gün daha şurada oyalansaydık diyebilme şansınız olmuyor.
Dolayısı ile münferit kendiniz bir program yaptığınızda, kendinize özel ilave programlarla gezinizi düzenleme ayrıcalığı da size kalıyor.
Queen Mary 2 ile bir geziye gitmeyi düşünüyorsanız, daha önceki yıllardan takip ettiğim ve gördüğüm kadarı ile şunu net ifade edebilirim ki, dünyanın her tarafından gelen taleplerle geminin kamaraları 6-8 ay öncesinden dolabiliyor. Hal böyleyken, eğer bu gemi ile gitmeyi planlıyor iseniz, yıllık programınızda takviminizi de buna göre oldukça önceden ayarlamanız gerekiyor. Son dakika yer buluruz düşünceniz varsa, bu kesinlikle düşünce aşamasında kalacaktır. Biz de Kasım sonu program için mart ayında rezervasyonumuzu yaptık.
Tercih ettiğimiz kamara, iç kabin, 6 ncı güvertede, geminin baş tarafına yakın ve omurga hattında idi. Geminin olası salınımlarından en az şekilde etkilenme amacıyla böyle bir tercihte bulunduk. Haklı olup olmadığımızı ancak ortamı yaşadığımızda bilebilecektik.
Seyahate kaydolduktan sonra, size, seyahatiniz ile ilgili bir takım kod ve erişim bilgileri gönderiliyor. Seyahatin detaylarına, özel bilgilerle ve seyahat tarihine geri sayım ile sizi gün geçtikçe şöyle bi tatil havasına sokuyorlar. Bu arada gidilecek limanlar ile ilgili bilgiler ve tabi ki, gittiğiniz yerlerle ilgili tadı damağınızda kalacak rafine sahil tur programları (excursion) pazarlanıyor sizlere. Canınız ne çekerse, ister tipik gitmek istediğiniz bir kumsal yeri, ister yağmur ormanlarında şelalelerle bezenmiş felekten bir gün, adrenalini yüksek zip-line tarzı aktivite seçenekleri, dalış, balina izleme turları gibi gün içi 4-8 saatlik turlardan dilediğinizi ilave satın alıp sahil programlarını belirlemeye başlıyorsunuz.
Ayrıca gemiye girişte zaman kaybını önlemek adına, seyahate katılacak yolcularınızın tüm bilgilerini (pasaport, vize, acil durumda aranacak yakınlarınız, adres telefon, sağlık sigortası vs) sisteme işliyorsunuz. Seyahate 2-3 hafta kala artık check-in işlemleri adı altında size kamara bilgilerinizin de yazılı olduğu, valizlerinize takacağınız boarding pass bilgileriniz oluşturuluyor. Siz de print alıp valizlerinizi daha yola çıkmadan hazır hale getirmiş oluyorsunuz. Zira, gemiye bineceğiniz terminale vardığınızda, eli çabuk ekip hemencecik valizlerinizi teşekkür edip hiçbir sorgu suale meydan bırakmadan alıveriyorlar. Siz de adım adım terminaldeki check-in kontuarlarına ilerliyorsunuz. Biz Brooklyn Cruise Terminal’den gemiye biniş yapmak üzere rıhtıma, bizlere bildirilen saat aralığında gittik. Önce pasaport çıkış işlemleri sırasından geçtikten sonra, geminin kabul işlemleri için kimlik tespiti ile size verilecek grup numaraları ile bekleme alanına geçiveriyorsunuz. Daha oturamadan grubunuz anons ediliyor ve bir anda, kendinizi grup içerisinde gemiye doğru ilerlerken buluyorsunuz. Bir, iki slalomdan sonra, tıpkı bir uçağa biner gibi, bir apron körük misali bağlantı köprüsünden gemiye girmemiz yaklaşık 20 dakikayı buldu. Oldukça hızlı sayılır. Gemiye girdiğiniz andan itibaren, benim gibi geminin tüm planlarını çok iyi çalışmış biriyseniz, doğruca kendiniz kamaranıza yönelebilirsiniz. Sistemi o kadar pratik kurmuşlar ki, seyahate katılacak yolcunun siz olduğunu konfirme ettikten sonra, olay; oyalanmadan, herkesi olabildiğince hızlı şekilde gemiye alabilmek. Sonuçta 2500 yolcunun katılacağı söylendi. Bu konuda başarılılar.

Kamaramıza ulaşır ulaşmaz, valizlerin de gelişine kadar, gemiyi keşfe başladık. Her ne kadar hayalinizde canlandırsanız da geminin ne kadar büyük olduğunu ancak bizzat yüzleştiğinizde anlayabiliyorsunuz.
- Bölümün sonu
0 Yorum