Bir Nehir Gezisi Hikayesi
Hepimizin bir seyahate giderken kendisine göre bir nedeni mutlaka vardır elbette. Çoğunlukla bir veya bir kaç yeri görelim düşüncesiyle başlayan seyyahlık merakı kendine özgü akışı ile geçip gider, ardından hatıralar bırakır.
Öteden beri bir gemi seyahati yapma fikri gelip gelip, gidiyordu. Emekli bir denizci olarak bir gemi ile seyir yapmak benim yaşamımın bir parçasıydı ancak eşimin değil. Denizde seyir yapmayı çok özlemiştim. Böyle bir seyahat nasıl burnumda tütüyorsa da, bir o kadar da eğer böyle bir seyire gidersek, özellikle deniz tutmasına karşı eşimin yaşayabileceği keyifsizlik de zihnimi kurcalıyordu. Böyle düşünürken ve gezi tur firmalarının sayfalarını incelerken gemi turlarından ziyade, gözüm nehir turlarına ilişti.
İlk kez, nehir turları bu anlamda, yani deniz tutma ihtimali olmaması anlamında ilgimi çekti. Gönül rahatlığı ile şöyle uzunca bir seyire eşimle sorun olmaksızın gidebileceğim aklıma geldi. Ne de also, nehirdeki dalgadan ne olur ki ))
Genellikle bir haftalık nehir turları yeterli görünüyordu. Ancak hangi nehir turu; hangi nehir, hangi sezon, hangi tekne, hangi fiyata ?
Konu bu noktaya gelince, dünya üzerinde ne kadar da çok nehir gezisi alternatifi olduğunu da ilk kez fark ettim. İlk kez farkettiğim sadece bu olmayacaktı aslında.
Avrupa’da, Ren, Main, Tuna, Seine, Saone gibi nehirler, Uzak Doğu’da olsun, Kuzey Amerika ya da Güney Amerika’da alternatifler, Afrika’da tabi ki Nil nehri, Rusya ve Ukrayna’da Volga ve Dinyeper nehirlerindeki turlar epey zihinleri karıştıracak alternatifler içeriyor.
Bizim tercihimizde, hem biraz daha orta çağı anımsatacak olması, resim galerilerinden gördüğümüz kadarı ile farklı doğal güzellikleri olması ve hem de bir kaç ülkeyi görecek olmamız gibi nedenlerle, Ren Nehri gezisi ilgimizi çekti.
Seyir rotası; Basel/İsviçre’den başlıyor ve Amsterdam/Hollanda’da sona eriyor. Hatta kendimizi havasına sokmak için gezimize veciz bir slogan bile uydurmuştum.
“Bir Kar tanesinin, Alp Dağlarından Okyanusa Seyahati”
Güzergah gerçekten cazibesi çok yüksek bir gezi. Sadece nehirdeki uğrak limanları değil, limanlarda görebileceğiniz günü birlik geziler (excursion) de oldukça önemli. Zira bazı uğrak limanları, doğal olarak yöresindeki çok küçük kasabalar olduğundan, orada gezip görebileceğiniz çok da bir cazibe alanı olmayabiliyor. Dolayısı ile bir nehir gezisinden beklentileriniz içerisinde, neleri görmek istediğinize de odaklanıp, dersinizi öncesinde güzel çalışmanızı öneririm.
Diğer bir konu da, hangi sezonda gidelim. elbette önemli. Kimi sıcak havayı sever, kimi nemli bunaltıcı ortamı hiç istemez, kimi soğuk olsun ama Yılbaşının ışıltısını göreyim ister, ya da lalelerin açtığı bahar aylarında Yeldeğirmenlerini görmeyi, orada olmayı, ya da Haziran sonu Saone Nehrinde Lavantalarla içiçe olmayı isteyebilir. Dolayısı ile hava koşullarını incelemekte de fayda var. Hazırlayacağınız valizin muhteviyatını bile etkiler malum. Biz Eylül ayını seviyoruz. Ne çok sıcak, ne çok soğuk. Erken sonbahar havaları, her zaman hoşumuza gitmiştir. Aynı zamanda yaz aylarındaki yüksek talebe oranla, bu sezonda aynı hizmet kalitesini daha makul fiyatlarla da alabiliyorsunuz.
Peki hangi tekne ile gideceksiniz ? Bu o kadar izafi bir konu ki, tamamen kişisel beğeninize ve beklentilerinize bağlı bir durum. Ancak şunu söylemeliyim ki, Tekneleri tek tek ismen internette aratıp bulabilir, inşa yılı, tekrar tepeden tırnağa yenilenme (refurbish) yılı gibi bilgilere ulaşabilir, teknelerde verilen hizmetleri bu turu sağlayan firmaların internet sayfalarında ayrı ayrı görebilir, hatta youtube üzerinde seyirlerle ilgili tanıtım videolarını da izleyebilirsiniz. Böylece nasıl bir tatil satın alacağınızı bilerek gidersiniz. Görsel olarak benzer kalitede gemilere sahip, farklı firmalar arasında bile şaşırtacak derecede fiyat farkı olabiliyor. İşin bu kısmı beni çok şaşırtmıştı. Bizim seyahat ettiğimiz tekne ile biz inanılmaz güzel bir seyir yaptık. Her türlü servis ve yemek konusunda takdire şayan bir hizmet aldık. Benzer başka firmadaki fiyatların ise bizimkinden neredeyse iki misli fiyat olduğunu görünce, merak etmemek mümkün değildi, acaba daha farklı o gemilerde ne hizmet vardı diye ?
Belki, gelir gruplarına yönelik farklı bir ligde hizmet veriyor olabilirler. Tabi ki, bir teknede kamara (kabin) satın alırken, kategoriler arasındaki farkdan söz etmiyorum. Biz en ucuz kamara satın aldık. Zira kamaraya ancak istirahat için gidiliyor. Zamanınızın neredeyse tamamını kamara dışında gezinin ve teknenin nimetlerinden istifade ederek geçiriyorsunuz. Eğer klostrofobik problemi olan varsa, üst güvertelerde kamara seçmesi uygun olacaktır. Su kesimi altında kalan bir kamarada seyir yapıyor olmak, hiç alışık olmayanlar için uygun olmayabilir diyorum ve buraya bir dipnot koyuyorum. Sebebini ileride söyleyeceğim.
O halde buraya kadar ki kısmı özetlersek ; Biz, gezi güzergahı olarak; Ren Nehri Gezisini, Eylül ayının 3 ncü haftasında, Basel/İSVİÇRE’den, Amsterdam/HOLLANDA istikametinde, Lüftner Cruise gemilerinden Amadeus Silver II isimli gemi ile C-4 kategorisinde kamara tercihinde bulunarak, 7 gün tam pansiyon bir gezi seçtik. 2017 yılında bu geziye karar verirken tecrübeleri ile bize bu turu sağlayan MNG Turizm’e de tabi ki teşekkür ediyoruz. Zira, bu turu Lüftner firmasının kendisinden de alsak aynı fiyat ödeyecektik. Ancak kendi turizm firmamız üzerinden aldığımızda, uçak biletleri ve havaalanı-gemi transferleri de dahil bir hizmet satın aldık. Bunu, şunun için söylüyorum. Biz İstanbul Atatürk Havalimanında valizlerimizi uçağa verdikten sonra sadece Zürih Havalimanında, transfer aracına valizimizi taşıdık, sonrasında valizlerimizi kamaralarımızda bulduk. Bunun tersini de, valizlerimizi kamara önüne çıkartıp bıraktık, Amsterdam’da havalimanında transfer araçlarından teslim aldık. Onun dışında gezimizin tamamı süresince valizler ile hiç güreşmedik. Buradan da, ince konuyu anlamışsınızdır, neden bir gemi gezisi daha keyifli oluyor ? Çünkü siz, bir kez kamaranıza yerleştiniz mi, otobüs ile yapılan seyahatlerdeki gibi her akşam ayrı bir otele yerleşme, valizlerinizi her seferinde aç-kapa işleriyle uğraşmadan, tatilinize keyifle devam edersiniz, sabit olan sizsiniz de, sanki uğrak limanlarınız sizi selamlarmış gibi hissedersiniz. Bu tatilin en keyifli tarafı da bu zaten. Yukarıdaki satırlarımdan birinde, “İlk kez farkettiğim sadece bu olmayacaktı aslında” derken bunu vurgulamak istemiştim. Ne güzel bir şey, siz kılınızı kıpırdatmıyorsunuz da şehirler ayağınıza geliyormuş gibi. Başka turlarda, oradan oraya, otelden otele, helak oluyorsunuz. Meğer tatilin tadı buymuş.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Havalimanında bizi götürecek Tur Rehberimiz ile buluştuk. Bize tahsis edilen kamaraların etiket bilgilerini valizlerimize iliştirdik. Malum belirli sayının üzerinde bir tura kayıt yapıldığı takdirde, organizasyon firması, ayrıca bir tur rehberi de görevlendiriyor. Bu geziye bir rehber eşliğinde katılıyor olmak ayrı bir kısmet diyelim. Rehberimiz Murat MADRAN Bey idi.
Gemimize Basel’den binmek üzere Zürih Havalimanına gidiyoruz. ZÜRİH‘e indikten sonra, valizlerimizi doğruca çıkışta bizi bekleyen transfer otobüsümüze bırakıyoruz. Gemiye öğleden sonra giriş yapılacağı için yaklaşık 4 saat kadar Zürih’te bahane ile şehir turu yapıyoruz. Bir kısmını rehberimiz eşliğinde, bir kısım zamanı ise serbest zaman olarak değerlendiriyoruz. Kısa sürede de olsa rehberimiz İsviçre ile ilgili çok öz ve hap şeklinde inanılmaz akılda kalıcı bir anlatım ile gezimizin ne kadar da keyifli geçeceğinin işaretlerini veriyor.
Zürih’ten Basel’e mesafe fazla olmadığı için belirtilen zamanda otobüste toplanarak BASEL‘de, doğruca gemimiz Amadeus Silver II’ye varıyoruz. Çok kısa sürede ve profesyonelce bir check-in (giriş) işlemlerinden sonra gemimiz akşam olmadan hareket ediyor. Başlangıç limanı olarak Basel’in kendisini gezme fırsatımız olmasa da Zürih’i görmenin verdiği keyif ile gemiyi tanımaya ve bir kuğu gibi sakin nehir sularının üzerinde süzülmesinin tadını çıkarıyoruz. Yıllarca o kadar özlemişim ki seyir yapmayı, arada hasret gidermek için İstanbul’da bindiğimiz şehir hatları vapurlarından sonra bu keyif, bir transatlantik tadında geldi adeta.
Gemide kamaramıza eriştiğimizde valizlerimizi, bizi bekler halde bulduk. Organizasyona hayran kaldık. En alt güvertedeki kamaramız beklentimizin de üzerindeydi.
Basel limanı, Ren Nehri üzerinde, barajlardan sonra, seyir ve taşımacılığa uygun bölümünün başlangıcı sayılır (derinlik ve teknelerin su çekimi nedeniyle). Aynı zamanda Basel üç ülkenin sınırlarının kesistiği bir noktadır. İsviçre, Almanya ve Fransa. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 250 mt kadardır. Demek ki 7 günlük seyahatimiz süresince 254 metre ineceğiz. ( eksi 4 , eksi 4 , eksi 4 …. )
Teknemiz, (teknemiz diyorum çünkü gemi demek için 40 fırın ekmek ister, çok estetik bir duba-otel gibi geliyor insana), biz yolcular yerleştikten sonra 17:00 gibi limandan hareket ediyor.
Kıyı hattına bakınca, evet, vay canına dedim, artık bir kanalda mı, yoksa doğal bir nehirde mi gidiyoruz bilemedim. Zira, bütün kıyı hattı boyunca, adeta beton ile sanki bir erozyonu, aşınmayı mı önleme çabası ? Ya da para çok, napsak napsak tasası. Kıyı hattını bu şekilde görünce yok artık dedim. Kilometrelerce… İlginç geldi.
Tabi ki ayrıca seviye havuzlarından geçerek nehirde aşağılara gitmek. Her bir seviye havuzuna giriş, kıl payı misali, havuzlara maharetle tekneyi konumlandırmak… Gerçekten çok etkileyici.
Eskişehir Porsuk nehrinde görebileceğiniz seviye dengeleme havuzlarının daha bir profesyoneli olarak hayal edebilirsiniz bu dediklerimi ))
Biraz sonra ilk akşam yemeğimiz için davet ediliyoruz. Rehberimizin, Türkiye’den gelen yaklaşık 25-30 kişilik grubumuzu, yemek salonunun en güzel köşesine “grup rezervasyonu” olarak önceden ayarlama yapmış olması da hoş oldu. Yeni insanlar ile tanışıyor olmak da çok güzel. “elliyiz.com” grubu için söyleyebileceğim; bu turda edineceğiniz arkadaşlarınız muhtemelen “yetmisveuzeriyiz.com” grubundan olacaktır )))
Daha ilk akşamdan yemek ve menüler bizden tam not aldılar.
Yemek sonrası, bir üst güvertedeki bulunan çok şık bir dinlenme salonu ve barda zamanımızı geçirmek üzere çıkıyoruz. Genellikle, geceleri seyir yaparak, gündüzleri liman ziyareti yapacağımızdan, tekne seyir yaptığı sürelerde de, misafirleri oyalamak için bazı sosyal aktivite, gruplar arası bilgi yarışmaları, piyano dinletileri ile birlikte sohbet imkanı bulabileceğiniz bir ortam oluşuyor. Tasalanmayın, kimse torun tombalak muhabbeti etmiyor, redlight street meraklıları sazı eline alıyor. Sohbet sarmazsa, çekilebileceğiniz epey sakin köşe mevcut tekne içerisinde.
İşte size “yetmisveuzeriyiz.com” grubundan enstantane ))
Ertesi gün (ikinci gün) ilk liman ziyareti KEHL kasabasına. Burada Ren Nehrinin bir tarafı Almanya, diğer tarafı Fransadır. Kehl limanına bağladıktan sonra, daha önce kaydolduğumuz Strasbourg-Colmar-Requewihr’i kapsayan bir geziye iştirak ettik. Bu bölge, Alsace bölgesi olarak anılır, 2nci Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Almanya arasında defalarca el değiştirdiği söylenir. Halen bu bölgede yaşayan insanlar hem Almanca, hem de Fransızcayı ana dili olarak konuşur.
Otobüsümüz bizi doğruca COLMAR‘a götürdü. Bu bölgenin kendisine özgü o kadar güzel hikayeleri var ki, bunları yerinde rehberimizden dinliyor olmak bambaşka bir keyif verdi. Gezi öncesi kamaralarımızda bulunan telsiz kulaklık sistemini yanımıza alarak katıldığımız bu turda, rehberimiz ile dip dibe olmaksızın belirli bir menzil içerisinde hem kendisini dinleyerek, hem de ilgi alanımıza göre resim çekerek, ilgi çeken dükkanları inceleyerek gezimizi daha özgür bir şekilde yürütebiliyorduk. Anlıyorduk ki eğer rehberimizin sesi kesilmeye başlıyorsa, grup, mesafe olarak bizden epey uzaklaşmış.))
Bölgenin en ilgi çeken kısmı, orta çağ döneminden kalma yapıların sizi sanki bir rüyadaymışcasına kucaklaması, alıp bambaşka diyarlara götürmesi diyebilirim.
Colmar aynı zamanda New York’daki Özgürlük Heykelinin mimarı olan heykeltraş Frederic Auguste BARTHOLDI’nın doğduğu köydür.
Colmar’daki turumuzu tamamladıktan sonra, RIQUEWIHR denilen bir başka, ama sanki daha bir güzel kasabaya gidiyoruz.
Her tarafı çiçeklerle bezenmiş rengarenk kendine özgü binaları, tertemiz arnavut kaldırımları (bence Arnavutlar buraya kadar gelememiştir) parke taşları diyelim, sempatik kafeleri, sur içi bölgesi ve muhtemelen en kapsamlı Noel süs eşyaları satan dükkan ( https://www.feeriedenoel.fr/ ) da dahil olmak üzere, size hangi dönemde yaşadığınızı unutturacak bir diyar gezmiş olduk.
Buradan dönüşte, Fransa’nın bilinen şehirlerinden STRASBOURG’da genel bir şehir turu atıp, Avrupa Birliği Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Binalarının da yanından geçerek Strasbourg merkezindeki Notre Dame Katedrali yakınında araçtan iniyoruz. Yine, rehberimiz Murat MADRAN beyin öncülüğünde yaya olarak, Petite France (Küçük Fransa) bölgesine yürüyerek, eski Fransa’da hayatın, günlük yaşamın nasıl olduğunu, hangi meslek gruplarının nasıl organize olarak yaşadığını, o dönemdeki endüstrinin hayatı nasıl şekillendirdiğini dinleyerek çok keyifli bir turu yavaş yavaş tamamlayarak, teknemize mutlu bir şekilde dönüyoruz.
Gezimiz süresince yemeğimizi teknede yiyemeyeceğimiz için, çok güzel şekilde hazırladıkları kumanyalarımızı yanımıza vermişlerdi, öğle yemeğini de bu şekilde geçiştirmiş olduk. Ancak akşam tekneye döndüğümüzde yine harika menü içerisinden seçeneklere göre nefis bir akşam yemeğini daha keyifle yedik. Yemekler konusunda, kişisel hassasiyetler olabilir düşşüncesiyle, özellikle de farkında olmadan domuz türevli ürünleri ayırdetmek adına, rehberimiz restoran ekibi ile güzel organize olmuş, özellikle kahvaltılar açık büfe şeklinde olması nedeniyle, tüm çeşitlerin isimlerinin de üzerine etiketlenmiş olması, kişisel tercihlere ne denli saygı gösterildiğinin güzel bir ifadesiydi. Ancak öğün yemeklerinde zaten bir menüdeki seçenekler üzerinden tercihlerin bildirilmesi nedeniyle bu noktada da sıkıntı çeken olmadı sanırım. Gece süresince teknemiz seyrine devam etti.
Gelecek liman, üçüncü gün sabahı SPEYER kasabası idi. Speyer küçük bir kasaba, belki 5 bin kişi bile yaşamıyordur. Bugün öğle saatlerinde hareket ile MANNHEIM şehrine gidecek teknemiz. Ancak bu bölge Heidelberg şehrine yakın olduğu için Ortaçağ döneminin en önemli kentlerinden olan Heidelberg’e bir günlük gezi, tabi ki katılmak isteyenler için harika bir alternatif. Bütçenizin müsade ettiği ölçüde, tüm gezilere katılmanızı öneririz. Biz, geminin kendisinde mevcut 6-7 bisikletten ikisini bu limanda kullanmak üzere emanet aldık. Eşimle birlikte bu küçük kasabayı bisiklet ile gezmek bize çok keyif verdi. Tabi ki aklınıza şu soru gelebilir. 7 bisiklet gemide kime yetsin ? İnanın meraklısı yok. Çünkü, gemi yolcuları arasında yaş ortalaması oldukça yüksek ve bisiklet merakını bizden başka sadece bir hanım yolcuda gördük. Dolayısı ile meraklısı iseniz değmeyin keyfinize ))
Öğle saatlerinde Speyer’den hareketle, Mannheim’e doğru yola çıktık. Yolcuların çoğunluğu Heidelberg’e geziye gidince, koca tekne bize kaldı )) Öğle yemeğinde başbaşa yemeğimizi yedik.
Mannheim’e vardıktan sonra bir kaç saat şehirde gezmek için zamanımız vardı. Doğrusunu isterseniz, Mannheim’e ana caddesine indikten sonra, aslında Almanlara acıdım. Etrafta soydaşlarımızın durumuna ve onların malesef diyebileceğim tarzdaki kendi aralarındaki konuşmanın içeriğine müşahit olunca, gerçekten kaliteye üzüldüm.
Mannheim’in ana caddelerini gezdikten sonra da fazlaca vakit olmadığını düşünerek gemiye döndük. Anladım ki, Ey Allahım, mümkünse bir daha yolum Mannheim’den geçmesin inşallah.
Dördüncü gün sabah RÜDESHEIM‘de olacak şekilde Ren Nehrinde yolumuza devam ettik.
Reh nehrinin tipik özelliğini tek cümle ile özetlersek, genişce bir nehir düşünün. Üzerinde günlerdir gidiyoruz. Bugün dördüncü gün. Ancak gördüğümüz yeknesak tek şey var.
“Sağdan ve soldan baktığınız zaman gözünüzün alabildiği tüm tepelere kadar, her yerin yemyeşil bir vadi ve bu vadinin uçsuz bucaksız üzüm bağları ile kaplı olduğunu düşünün !” … düşündünüz mü ?
Güzel… çok yormayın zihninizi… şimdi de aşağıdaki resme bakın. Teşekkürler.
Dördüncü gün sabahı Rüdesheim limanındaydık. Keyifli kahvaltımızdan sonra tadına doyamadığımız bisiklet turuna burada da devam edelim dedik. Küçük bir kasaba olan Rüdesheim’de dikkatimizi çeken şey, alabildiğine üzüm bağları, dinginliği ve sakinliği ile güzel bir kasaba ve de muhtemelen “şu dünyada ahh bi telaşım olsa” diyen sakin insanlar oldu. Bir kısım, Oyuncak Müzesi ve şarap tadım gezilerine iştirak etti.
Doğa ile başbaşa dingin bir ortam, detoks etkisi yaptı.
Rüdesheim sempatik ve sakinliği ile şimdiden belleğimizde güzel bir iz bıraktı. Böylelikle nehir gezimizi de hemen hemen ortaladık. Bakalım kalan kısmında neler göreceğiz. Kısım 2’de görüşmek üzere.
0 Yorum