Bu yazı için “Öğretmeni Mori ile Salı Bulaşmaları” kitabını ele almak istedim. Bu kitap Mitch Albom tarafından kendi öğretmeni Mori ile olan gerçek konuşmalarını ile almaktadır. Ben bu kitap içerisindeki başlıklardan yaşlanma korkusunu seçmek istedim. Bu temayı seçmemde aslında birçok neden var. Bunlardan bir tanesi bu temanın kitaptaki ve hayattaki birçok temayı da kapsadığına inanmam. Bir diğeri ise belki de kitapta en çok ön yargılı olduğum konunun bu oluşu. İlerleyen kısımlarda her iki nedeni de daha kapsamlı şekilde anlatacağım.
İlk olarak kişisel sebeplerimden bahsetmek istiyorum. Yaşlanmak akla gelince bu süreç ile ilgili duygu ve düşüncelerimin daha çok olumsuz yargılar barındırdığını fark ettim. Aslında bu duygu ve düşüncelerimin kitabı okumadan önce var olduğunu bilmeme rağmen özellikle ilgili kısmın başlığını görünce daha yoğun şekilde hissettim. Kendime dönüp “yaşlanmak” kavramının bana gerçekte ne ifade ettiğine baktım. Şaşırtıcı şekilde gözümün önünde belirlen görüntülerle hislerim paralel değildi. Bir yanım içinde bulunduğum kültürden uzaklaşarak yaşlılığı özellikle filmlerde gördüğüm yeşillikler içerisinde eşi ile el ele tutuşan çiftlerle özdeşleştirse de diğer yanım o kadar mutlu bir tablo çizmiyordu. Sanki bu süreç bana kişilerin kabiliyetleri sınırlanması, içinde bulunduğu kültür tarafından dışlanması ve artık hem kendisinden çok beklentisi olmayan hem de karşısındakilerin ondan beklentisi kalmayan birine dönüşmesini çağrıştırıyordu. Daha karamsar olan bu tarafım çevremde görüldüğüm yalnız başına hayatta kalmaya çalışan, sürekli üzgün, mutsuz ve karamsar olan kişiler tarafından oldukça besleniyordu. Yaşlanmak ile ilgili kaçınılmayacak gerçeklerden biri onunla beraber gelen hastalıklar. Özellikle Demans, Alzheimer gibi hastalıklara yakalanmış yakınlarımı görmek beni mutsuz ediyor ve ben de onlar gibi olursam korkusunu içimde yaşatıyordu. Bu açıdan bakınca yaşlanmak bana hiç de iç açıcı görünmüyordu. Zaman zaman bu şekilde düşünürken nasıl iyi bir terapist olabileceğimle ilgili kendimi sorguluyordum. Ben yaşlanmanın bu kadar kötü bir süreç olduğunu düşünürken yaşı ilerlemiş bir danışanıma hayatın hala iyi bir yer olduğuna nasıl inandırabilirdim ki? Sanırım yaşlanmanın iyi yanlarını görmek konusunda biraz fazla kapatmıştım gözlerimi. İşte bu kitabı da tam da bu şekilde düşünürken okumuş oldum.
Çevremdeki birçok kişiden farklı olarak kitapta Mori’nin yaşlılığa bambaşka bir perspektiften baktığını gördüm. Bu süreci bu kadar yoğun ve belki de olabilecek en ızdıraplı şekillerden birinde deneyimleyen bir kişinin nasıl olup da bunu bardağın dolu tarafından görebildiğine şaşırdım. Kitapta Mori, Mitch ile yaptığı konuşma esnasında Mitch’in yaşlanmaktan korktuğu bir dönem olup olmadığı soruna “yaşlılığı kucaklıyorum” cevabını vermiştir. Mori’ye göre öğrenmek büyümek ile gerçekleşir. Kişi hep 22 yaşında kalırsa, hayatını hep 22 yaşındaki cahilliği ile devam ettirecektir. Mori yaşlanmanın büyümek olduğunu söylemiş, “Öleceğini bilmek olumsuz düşüncesinden daha önemli olan öleceğini anladığın için daha iyi bir yaşantı sürdürmektir.” demiştir. Bu konuşmanın sonunda Mitch Mori’ye eğer yaşlanmak bu kadar değerli ise neden herkes gençlik yıllarına dönmeyi diliyor diye sormuştur. Mori bu dileğin aslında hayatta tatmin olmamış kişiler, layıkıyla yaşanmamış hayatlar ve anlamı bulunmamış yaşamlar için söylendiğine dikkat çekmiş ve “Eğer hayatın anlamını bulduysan geriye gitmek istemezsin. İleriye gitmek istersin.” diye cevap vermiştir. Konuşmanın sonuna doğru ise Mori’nin sözleri aslında tüm bu raporun özeti niteliğindedir. “Eğer hakikati istersen, bir parçam bütün yaşları yaşıyor… Kendi yaşıma gelene kadar herhangi bir yaşta olabilirim. Senin yaşına neden gıpta edeyim ki ben onu da yaşadım.” Bu satırları okumak bana kitapta geçen birçok temayı anımsattı. Sanki konu artık sadece yaşlanmaktan ibaret değildi aynı zamanda kendine acımaktan, pişmanlıklardan ve hatta bağışlamaktan da bahsediliyordu. Kişilerin geçmiş yıllara dönme isteğini ele alalım. Mori’nin de söylemiş olduğu gibi kişi eğer hayatında bir şey başarmış, öğrenmiş, tatmin olmuş kısacası yaşadığını hissetmişse geçmişe ve yaşan(a)mayanlara yönelik pişmanlıklar olmayacaktır. Öte yandan bu pişmanlıkları içinde bulunduran bir kişinin sürekli geçmiş odaklı yaşaması, olmayanlar için üzülmesine sebep olacak, sürekli kendine acıma hissi doğuracaktır. Bu kişiler yaşamları boyunca sürekli geriye dönüp hayatlarını farklı şekilde yaşamak isteyecek ve yaşadıkları günü kaçıracaklardır. Artık belirgin şekilde yaşlanıp geriye dönüp baktıklarında hiç yaşamadıklarından başka bir şey olmayacaktır gözlerinin önünde. Belki de çevremizdeki örneklerde sürekli bu şekilde düşündüğü için artık mutsuz olan kişileri gördüğümüz için yaşlılık bize daha çok bu anlamları ifade ediyor. Oysa ki az önce belirtilen şekilde olduğu gibi aslında o yaşa gelene kadar kişiler zaten tüm evreleri yaşamış oluyorlar. Deneyimlenen her yaşın ve o yaşta yaşananların kişiye katmış olduğu bir değer, anlam var. Bizler bu anlamı kabul edip bir sonrakini aramaya koyulmalı bir diğer değişle zamanı gelince o yaşı tamamlayıp sıramızı bir başkasına devretmeliyiz.
Kitapta bahsetmek istediğim bir diğer nokta ise aslında Mori’nin özellikle hastalığının ilerlemesi sebebi ile artık kişisel bakımını gerçekleştirmemesi. Mori bu duruma birçok insandan farklı bir yaklaşımda bulunuyordu. Bir başkasına olan bağımlılığını eski ve tanıdık bir noktadan ele alıyor. Biri tarafından sürekli ilgilenilmek, bakıldığını hissetmek olarak yorumluyordu. Ona göre bu durum aslında yaşamın ilk yıllarına geri dönmek gibiydi. Sanki orada ihtiyaç duyulan hem fiziksel hem de manevi yönden ilgiye tekrardan ulaşma haliydi. Bu sebeple yardım için olan her dokunuşu sıcaklıkla karşılıyordu. Kitapta Mitch bu durumu “Yetmiş sekiz yaşında bir yetişkin gibi veriyor ve bir bebek gibi alıyor.” şeklinde tanımlamıştı. Kitabın bu kısmını okumak bana izlemiş olduğum bir filmi anımsattı. Filmin ismi “Benjamin Button” ‘dı ve yaşlı bir bebek olarak doğup, doğduğu andan itibaren büyüdükçe gençleşen bir adamı konu alıyordu. Filmin ilerleyen süreçlerinde Benjamin, Daisy’e aşık oluyor, evleniyorlar hatta bir çocuk sahibi oluyorlardı. Tanışıp evlendikleri yaşlarda hemen hemen aynı yaşlarda olan bu çift için zaman normal şekilde akmıyor, Daisy yaşlandıkça Benjamin gençleşiyordu. Filmin en sonunda Daisy’i yaşlanmış şekilde kucağında bebek Benjamin’i tutup ona bakarken görüyorduk. Aslında filmin bu kısmı kitapla oldukça örtüşüyordu. Aynı Mori’nin belirttiği gibi filmde de Daisy ve Benjamin’in benzer şekilde biri tarafından ilgilenmeye muhtaç, ona bağımlı oluşunu görebiliyorduk. Yaşlanmış bir beden ile bir bebeğin ne çok ortak noktası vardı. Aynı mevsimsel olarak sonbaharda yaprak döken ve ilkbaharda tekrar çiçek açan ağaçlar gibi hepimiz yaşamın bir noktasında aynı döngüye geri dönüyorduk aslında.
Özetlemek gerekirse, okumuş olduğum bu kitap beni yaşlanmak ile ilgili kendi duygularımla yüzleştirmiş ve bana bir başka açının varlığını göstermiş oldu.
Güzel bir yazı Selin. Teşekkürler. Gerçekten insana değişik bakış açıları kazandırıyor bu yazı. Geçmişi layıkıyla yaşamak ve hiç aramamak dolayısıyla hep ileriye bakmak ideal olanı ama geçmişini layıkıyla yaşayamayan o kadar çok insan var ki. Bizlerin de mutlaka eksiklikleri olmuştur. Devamlı bunlara özlemle hayatın sağlıklı geçmesi mümkün değil. Bence biraz kaderci olup, “vardır bir hikmeti” demenin bizleri umutlandırip olgunlastirdigina inanıyorum. Kim inkar edebilir ki geçmişte olmayan veya yaşanmayan bir şeyin gelecekte yaşanabileceğini.
Güzel yorumlarınız adına çok teşekkür ederim. Farklı bir bakış açısını ufak da olsa gösterebildiğim için çok mutlu oldum.
Her insanın zamanı gelince yaşadığı bir duygu. Çok güzel bir yazı ve konu. Teşekkürler