Sivas Erkek Lisesi’nde aldık. Burası hepimiz için önemli. Çünkü; 1915 yılında, Çanakkale Muharebelerine gönüllü giderek şehit düşen evlatlar ve o yıl hiç mezun veremeyen bir Lise. Ve…

…. Cumhuriyetimizin Temelinin atıldığı yer ! Sivas Kongresi’nin yapıldığı Atatürk ve Kongre Müzesi (Sivas Lisesi). Bu tarihi ve önemli mekanı gezerken attığınız her adımda, ruhunuzda hissettiklerinizin tarifi mümkün değil. Minnettarız !

Ziyaretimizde zamanımızın önemli kısmını ayırdığımız iki mekandan biri oldu Kongre Müzesi. Herhangi bir anlatımın kifayetsiz olacağı öyle bir mekan burası. O nedenle, klişe etkisi yaratmamak adına sükunu tercih ettiğim, ancak gezilerek manasına kavuşacak bir mekan olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sonrasında, yolun karşısında bulunan Buruciye Medresesine doğru devam ettik. Buruciye Medresesi 1271 yılında, Anadolu Selçuklu Sultanlarından III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Hamedan yakınlarındaki Burucird’den gelme Muzafferüddin Burucirdi tarafından yaptırılmış.

Güzel bir Selçuklu yapısı. Özenli mimarisi, girişindeki Makıli motifleri havi ihtişamlı kapısı, belli ki yapı elden geçirilmiş, restorasyonu yapılmış.
Dışarıdan böyle görünüşüne aldanmayın. Ne yazık ki, içerisine girdiğinizde, bu medreseyi yaptıranların kemiklerini sızlatacak bir tablo var. Neden mi ?

Medrese Avlusu ve Eyvanları tamamen Kahvehaneye çevrilmiş vaziyette. Tenteleri ve gelişigüzel işgal edilmiş her tarafı ile kültürel mirasımızın çok güzel bir lansmanı olmayı hak etmiş durumda. Sadece burası mı ? Hayal kırıklığım bir sonraki ziyaret noktası olan Şifaiye Medresesi için de geçerli. Tamı tamına kullanım şekli olarak aynı kaderi paylaşmış ne yazık ki.

Bu iki Medresenin avlularına girdiğiniz andan itibaren hiç bir şekilde bu çok değerli iki kültürel mirasın dokusunu ve güzelliğini hissetmeniz mümkün değil. Zira her tarafını kaplayan kahvehane masaları ve sandalyeleri ile üzerlerini örten tentelerden tarihi dokuyu algılayabilmeniz mümkün değil. Kazanç hırsı insanlığı ne durumlara sokuyor, çok güzel bir örneği. Sivaslı Vatandaşlarımız bu haliyle iftihar edebiliyorsa diyecek sözüm yok tabi ki. Her ne kadar mevcut görüntüye kızsam da, Şifaiye Medresesi için özetle bahsetmek istediğim husus; adından da anlaşılabileceği gibi, Selçuklu Dönemi’nde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden birisi olduğudur. Günümüze ulaşabilen bölümü, Anadolu’nun en büyük şifahanesidir. 1217/18 yıllarında I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Görkemli taç kapısından, dört eyvanlı, revaklı avlusuna giriliyor. Taç kapıda güneş ve ay sembolleri, ana eyvanda ise kadın ve erkek başı biçiminde rölyefler yer alıyor. 1220’de I. İzzeddin Keykâvus’un buraya gömülmesiyle birlikte güney eyvanı türbeye dönüştürülmüştür. Kim bilir I. İzzeddin Keykavus, yanı başında, adeta mezarından habersiz ve pervasız şekilde oturup kahve muhabbeti yapanları hissediyormudur şu an ?
Şifaiye Medresesi ile yan yana duran, ancak zamanımıza kalan kısmında, sadece çifte minare kısmını görebileceğiniz Çifte Minareli Medrese de sadece bir duvar üzeri iki minare gibi duruyor. 1271-1272 yıllarına tarihlenen bu Medresenin, Anadolu’daki en yüksek taç kapısına sahip görkemli bir girişinden söz edilir kayıtlarda. İşleme ve süslemeleri ile dikkat çeken bu yapının günümüzde Medrese kısmını görebilmemiz mümkün değil.

Zamanımız tükendikçe, içimden söylenmeden duramıyorum. Buraya çok daha fazla zaman ayırmak gerekli diye. Öyle ateş almaya gelir gibi şehir mi gezilir değil mi ama? Özellikle Gök Medrese’ye daha fazla zaman ayırmak adına hızlı adımlarla Sivas sokaklarından devam ettik. İkindi ezanı okunmak üzereyken Sivas Ulu Cami‘ye geldik.
1196-1197 yıllarında Kılıçarslan’ın oğlu Kutbeddin Melikşah zamanında yaptırılmış Anadolu’nun en eski camilerinden kabul edilir. Caminin kendisi kesme taştan, minaresi tuğladan örülmüştür.
Anadolu’nun mimari mirası kapsamında Ulu Camiler önemle incelenir. Sivas Ulu Cami de bunlardan birisidir. Çok hızlı şekilde Camiye neredeyse girip çıkıyoruz. Genellikle Ulu Camiler, kapalı mekanda çok daha fazla cemaatin ibadet edebilmesi amacıyla üst örtü sisteminin kemerlerle desteklendiği geniş mekanlar olarak özetlenebilir. Dolayısı ile caminin içerisine girdiğinizde, çok alışılageldik şekilde merkezi planlı yüksek hacimli ve kubbeli camilerdeki ferah ambiyansı, bu tip camilerde nadiren hissedersiniz. O nedenledir ki Mihraba yakın kesimlerde daha yüksekçe, bazen bir, bazen de iki kubbe ile bu amaç sağlanmaya çalışılmıştır. Bu yapı şeklinde de ferahlık adına mimari gelişim, yıllar geçtikten sonra kendisini Anadolu’nun başka yerlerinde göstermeye başlamıştır. Bursa Ulu Cami buna güzel bir örnek olabilir.

Sivas Ulu Cami’nin özgün ve önemli bir özelliği de zamana meydan okumuş ve aslında özenle inşa edilmiş harikulade bir minaresinin olması. O kadar ki, bu meydan okuma, bünyesindeki eğriliğinden apaçık okunmaktadır. Umuyorum ömrü uzun olur.

Ve bu gün için, iyi ki gezdim dedirten ikinci güzel yer;
Gök Medrese !
Bugün gezdiğim onca medrese yanında Gök Medrese‘yi görünce, daha önce gezdiklerimiz neydi diye sormadan geçemiyor insan. Diyebilirim ki, günün aşık olunacak eseri bu oldu haliyle. Divriği’ye gidecek zaman olmadığı için, gezimizin bu son durağını ballandıra ballandıra anlatayım.
Bir kere, yanına yaklaştığınızda görünüşü, oranları, zevkli işçiliği ile sizi adeta büyülüyor. Güzel bir restorasyondan da geçmiş. Restore edilen kısımları buram buram sıfır kilometre malzeme kokuyorsa da, artık bu kadarı da kadı kızında da olur diyerek fazla boş boğazlık da etmemem gerek diyorum. Çevre düzenlemesi oldukça güzel ve korunaklı. Korunaklı derken, müze girişi gibi bir kısımdan girilirken, yan tarafın alenen açıklık olması ve oradan da rahatça girişi yapılıyor olmasını anlamlandıramadım.
Gök Medrese’ye ulaştığınızda (okuyan da diyecek ki, hatta aynı mahallede Medresenin karşısında oturup da her gün aynı manzarayı gören Sivaslı kardeşim de diyecek ki, dağda tepede değil, ulaşmak ne kelime), önce size bir kal geliyor. Orada durup vaktiniz olsa saatlerce seyretme hissi kaplıyor her yerinizi. Olabildiğince resimler çekiliyor peşi sıra. Sanki Medrese kaçacakmış gibi. Sonra aklınıza geliyor, artık içini de görsem diye. Müzekartı yetkililere gösterdikten sonra, gözünüze ilişen her noktası ile temas kurmaya kalkıyorsunuz.

Üstelik, arka fonda Gökyüzü de nispet yaparcasına harikulade bir “Mavi” ekleyince, günün final ziyareti gerçekten muhteşem oldu.
Medrese girişindeki Taç Kapı ve her iki yanında yükselen inanılmaz güzellikte mavi çinili sırlı tuğlalarla örülmüş yaklaşık 25’er metrelik iki minare ve Medresenin köşelerinde konumlandırılmış yuvarlak işlemeli sütunlar sizi karşılıyor.

İster istemez, sizi bu kadar etkileyen bir tarihe bu kadar yakınlaşınca temas etmekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi. Her dokunuşta, adeta tarihin derinliklerinde yolculuk ediyorsunuz.

Gök Medrese‘nin bir diğer adı, Sahibiye Medresesi imiş. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde 1271’de Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından yaptırılmış. Mimarı Konyalı Kaluyan. Anlaşılan o ki, 1271 yılında ne olduysa bir imar yarışıdır gitmiş buralarda.
Bir ifadeye göre süslemelerde görülen 9 hayvan başı, hayvanlı eski Türk takvimi ile ilintiliymiş. Minarelerinin kaidelerinden aşağıya doğru inen yüzey, mermer süslemelerle donatılmıştır. Minarelerin kendisindeki işçilik, ince sanat ve kullanılan malzemenin kalitesi hayranlık uyandırmaktadır. 1271’den beri güneşin altında rengi solmayan çinilerin kalitesini bir düşünmek gerekir.

Medresede, Selçuklularda görülen klasik Açık Avlulu, 4 Eyvanlı mimari şema uygulanmıştır. İki katlıdır. Avlunun ortasında, 22 kenarlı bir havuz bulunmaktadır. Bu havuz (avlu havuzu olarak tabi ki) bilinen en büyük Selçuklu havuzu imiş.

Ne mutlu ki, Sivas’ta gezdiğimiz diğer medreselere yapılan kapitalist katliam bu medreseye uygulanmamış, avlusu kahvehaneye kiraya verilmemiş (onun yerine Medrese dış bahçesinde illa ki bir kafe işletilerek bu ihtiyaç giderilmiş), hiç olmazsa bir medrese gezdiğimizi anlamış bulunuyoruz. Avlunun her köşesinden doyasıya, Medresenin tüm dokusunu hissedebiliyor, ait olduğu döneme dair bütünleşebiliyorsunuz.

Avluda, doğu istikametinden ana girişe doğru baktığınızda iki minareyi ve girişin her iki yanında kubbeli odaların konumlandırıldığını görürsünüz.

Ana girişin sağına denk gelen büyük kubbeli oda bir mescid, diğeri ise Dar-ül Hadis adı verilen bir odadır. Odaların Kubbeleri, içeriden bakıldığında, tuğlalar, örgü ve dizilişi ile kendisine hayran bırakır.

Gezdiğimiz son durak olan Gök Medrese, bizleri kendisine hayran bıraktı. Böylesine güzel bir eser yapanların ve onları koruyanların emeklerine gayretlerine müteşekkir hissettik kendimizi.
Yurdumuzda nice nice güzellikler ve Tarihi, Kültürel Miras ile birlikte yaşıyorken, onların farkına varamamak, onları hissedememek, bu zenginlik içerisindeki garip fakirlik olsa gerek.
Karınca kararınca, kendince gezmeye çalışan biz üç kafadar arkadaş için inanılmaz felekten güzel bir gün oldu. İyi ki coşmuş, iyi ki gitmişiz. Bu gezimize dair, tüm hissiyatımı, tüm içtenliğimle, okuyan herkese aktarmaya çalıştım. Bazı kısımlarda, mahsusen ve özellikle dikkat çekici tonlamalar kullandım ki, olur da üzerinde düşünülmeye değer olduğunu hissettirebilmek için, bazen de itinayla sessiz kaldım yüreklerde yankılansın diye, bazen de malumu gereksiz ilan etmemekle değerlerimizin erozyona uğramamasına gayret göstererekten bilindik klişelere girmedim.
Çok sevdim Sivas’ı. İlk gelişim idi. Sivaslı kardeşlerimizden, yöresine, tarihten kendilerine kalmış bu güzel mirasa çok daha fazla ve farkındalığı yüksek şekilde sahip çıkmalarını, özellikle eleştirdiğim, tarihi medrese dokusuna, hem madden, hem de manevi zarar verecek, gündelik kullanıma yönelik, ve hiç de yakıştıramadığım adeta bir tesismiş gibi kullanımı hususunda, daha farklı yöntemler geliştirmelerini ve bu uygulamadan kurtulmalarını ümit ederim.
Bir başka Sivas ziyaretimin Divriği’ye olmasını dileyerek nihayetlendiriyorum.
Şimdi treni yakalama zamanı;

Sağlık ve esenlikle kalınız.
Hasan abi
Kaynak :
https://1hayat1seyahat.blogspot.com/2025/01/gunubirlik-sivas-gezisi-memleketimiz-o.html#more
0 Yorum