Paylaşacak tecrübemiz, söyleyecek sözümüz var

ELLİYİZ

50 yaş ve üstü kadın, erkek, emekli, çalışan, EYT’ li ,bekar, evli her kesimden bizlerin paylaşım platformu

Bizi biz yapan ilişkiler

tarafından | May 2, 2021 | Sağlık ve Psikoloji | 0 yorum

Bazılarına göre doğduğumuzda, diğerlerine göre anne karnına düştüğümüz ilk anda. Hatta bir kısma göre daha biz oluşmadan çok önceki nesillerde başlayan ve yaşamımızı derinden etkileyen o görünmez bağ…

Bowlby’nin üç büyük kitabı ile başlayan bağlanma kuramı ortaya atıldığı ilk andan beri ilgi görüp sevilen, bu süreçte değişen ve gelişen derya deniz bir literatüre dönüştü adeta. Peki neydi bu kuramı bu kadar sevdiren? Belki de hepimizin içinde duran, orada olduğu bile unuttuğumuz bir yaraya dokunduğu için sevip sahiplenmek istedik onu.

İnsan ırkı olarak hepimizin evrimsel açıdan ortak bir eksiği var. Hepimiz tamamlanmadan, tam olamadan doğduk. Dünyaya geldiğimizde bizi diğer ırklardan farklı kılan hayatta kalma becerisine sahip olamadık, genetik kodlarımıza hangi durumda nasıl davranmamız gerektiği yazılmadı. Bir hayvan dünyaya nasıl tepki vereceğini biliyor, ama biz bilmiyoruz. Yani, aslında kusurlu doğduk. Hayatta kalabilmek adına bir başkasına ihtiyaç duyuyoruz. Mutlak bir bağımlılık söz konusu. Bu durum hepimizde içten içe bir çaresizlik yaratıyor. Psikanalitik kuram bunu organik varoluşun yetersizliği, bir diğer deyişle ontolojik yetersizlik olarak tanımlar. Var olabilmek için dışarıdan birine olan muhtaçlık kişide acizlik yaratıyor.  Muhtaç olduğumuz, bağ kurduğumuz ilk kişi (ki bu kişi genelde anne olur) bizim için önemli öteki halini alıyor. Bu noktadan sonra önemli öteki ile kurduğumuz o bağ, bizim önce kendimizle sonrasında dünya ile kurduğumuz ilişkiyi tanımlıyor. Diğer bir değişle hem kendimize hem de çevremizde olup bitenlere bakarken bunu önemli öteki ile kurulan ilişkide oluşan temsili bir camın üzerinden bakarak yapıyoruz. Bu ilişki ne kadar iyi ve güvenli ise camın ardındaki görüntü o kadar aydınlık, ne kadar kötü ise o kadar bulanık ve karanlık bir hal alıyor.

Peki bu ilişkinin iyi ve güvenli olup olmaması nasıl belirleniyor? Bazılarımız için hayat daha toz pembe iken, ilişkiler hep pürüzsüzken diğerlerimiz için neden hep bir sorun var? Doğduğumuz andan itibaren ilgi ve sevgiye muhtaç oluyoruz. Yaşamak için muhtaç olduğumuz bu kişinin bize nasıl davranacağı, ihtiyaç duyduğumuzda bizim için orada olup olmayacağı belirleyici hale geliyor. Ağladığımızda bizimle ilgilenen bir annenin varlığı “Ben ihtiyaç duyduğunda buradayım.” mesajı verirken, orada olamayan anne “Bana ihtiyaç duyduğunda ben burada olmayacağım. Sen kendi başının çaresine bakmayı öğrenmelisin.” mesajını veriyor. İlk durumda büyüdüğümüzde diğer ilişkilerimizde de ihtiyacım olduğunda yanımda olacaklar, endişelenmeme gerek yok diye düşünürken; ikinci durumda kimseden bir şey beklememeliyim çünkü istediğimde beni yüz üstü bırakacaklar diye düşünmeye başlıyoruz. Kimi zaman ise muhtaç olduğumuz anne ihtiyaç duyulduğunda bazen geliyor bazen gelmiyor. Bu noktada annenin yanımızda olduğundan ve gitmeyeceğinden asla emin olamıyoruz. Sürekli olarak ya annem şimdi giderse, beni terk ederse o zaman benimle kim ilgilenecek sorusunu sormaya başlıyoruz. Bu durum ileriki yaşamımızda ise sürekli arkadaşlarımız ya da sevgilimizin bizi her an bırakıp gidebileceği korkusunu oluşturuyor.

Peki bu adil mi? Daha ne olup bittiğine bile anlam vermekte zorlandığımız bir yaşta başımıza gelenleri kontrol edemediğimiz için tüm hayatımızın bundan etkilenmesi kabul edilebilir mi? Edilemezse bunun suçlusu kim? Daha küçük yaşta olduğu gibi sevilmediği, onaylanmadığını hissettiği için hayatı boyunca çevresindekilerin onayını alacak şekilde davranan bir kişi kendi gibi davranmadığı için eleştirilebilir, yapmacık olarak nitelendirilebilir mi? İhtiyaç duyduğu çoğu zaman yanında kimse olmayan bir bebeğin ileride partnerine, hatta kendi çocuğuna yeterince yakınlık göstermemesi yanlış mı gerçekten?

Düşüncelerimizin, davranışlarımızın hatta benliğimizin büyük bir kısmının bir başkası üzerinden yapılandığını fark etmek ve kabullenmek, doğuştan getirdiğimiz acizlik ve muhtaçlıkla beraber kendimizi bir başkası üzerinden tanımlamak. Duygu ve düşüncelerimizin önce ondaki karşılığını bulup, sonra bunun kendimizdeki yansımasına bakmak. O kişinin sadece bizi değerli gördüğünde ihtiyaçlarımızı karşılayacağını düşünmek. Salt onun sevgisi ve ilgisi için savaşmak. Bu kişiyle olan ilişkimiz aracılığı ile çevremizde olup bitenleri, dünyamızı algılayıp anlamlandırmak ve ona iletemediklerimizin aslında kendi benliğimizde yankılanamadığı fark etmek. İçimizde susturamadığımız, tüm gücüyle haykıran “seni sevmiyor” sesine karşın savaşmaya ve denemeye devam etmek. En temeldeki ihtiyacımızın olduğumuz gibi kabul edilmek ve sevildiğimize inanmak olduğunu bilirken, kendi geçmişimizde bizi buna ikna edecek kanıtı bulamadığımızda bunu yaşam boyu başkalarında aramaya devam etmek aslında doğduğumuz anda belirlenen ve değişmeyen bir gerçeği göz ardı etmekten başka bir şey olabilir mi?

Ondandır ki; Bazı şarkılar dinlenildiğinde, bazı filmler izlenildiğinde içimizde hatırlamadığımız, anlamlandıramadığınız, neden olduğunu bilmediğimiz, içimizden söküp de atmadığımız bir yaraya dokunurlar.

Yıllar geçse de üstünden

Kader gibi istemeden.

Bu kalp seni unutur mu?

Bambaşka bir halin vardı.

Fark etmeden beni sardı.

Benliğimi benden aldı.

Bu kalp seni unutur mu?

f69a5697 7bf3 4658 921d c5953856739f

0 Yorum

Bir İçerik Gönder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pin It on Pinterest

Share This