YEDİ GÜN YEDİ EYALET EPISODE 2
Las Vegas havaalanında bıraktığımız ilk bölümden sonra gezimizin ikinci kısmı, her ikimiz için de tamamen nostaljik ve anılarımızı tazelemek ve bundan keyif almak üzerine set edildi. Rotamız, daha önce de bir süreliğine yaşadığımız kuzey-doğu A.B.D.
Çılgınlığımıza farklı bir boyut katalım ve henüz daha zaman farkına bile doğru düzgün alışmamış iken, batı ile doğusu arasında 6 saati bulan uçuşu, geceden sabaha yapalım dedik. Vegas’tan Philadelphia aktarmalı Boston istikametine gidecek uçağımız için havaalanına geldik. İç hatlar burada her zaman kolaydır. PNR nosu ile doğruca biniş kartınızı alıp, dolmuşa biner gibi uçağa biner gidersiniz. Ama hakikaten dolmuşa biner gibi. Kelle koltuk turizm mealinde yani. Havalanınca da bu teneke kutu nasıl uçuyor dersiniz. Bir sırada, ikişerden dört koltuklu çıngırt mıngırt bir uçak.
Biz, uçakta bir güzel uyuruz sandık, ama her şey insanın düşündüğü gibi olmuyor bazen. Buna da tecrübe diyoruz. İki-üç gündür, lap lap, şop şop bermuda şort, sandalet ikilisi ile dolanınca, uçağa da öylece bindik. Uçak içerisindeki iklimlendirme, bize bir gecede dört mevsimi yaşattı sağolsun. İkili koltuğu, bir buçuk koltuk yaptıysak da ısınamadık. İç hatlarda battaniye de olmazmış. Siz böyle bir durum için düzgün giyinmeyi unutmayın derim.
Öyle hemen Boston’a gidilmiyor. Gidiliyorsa da, biz direkt giden bir uçağa binmedik. Malum, bazı bohem zevkler için bazen sefalet gerekebiliyor demiştim yukarılarda bir yerde sanırım. Kesin, fiyat farkı çok fazlaydı da ondan tercih etmemişimdir, hatırlayamadım şimdi. Dolayısı ile bu opsiyon uçuş için Philadelphia’da uçak değiştirmemiz gerekti. Titreten serin bir gecenin ardından, aktarma arası, taptaze demlenmiş hem de markasız bir filtre kahvenin tadını hala unutamıyoruz.
Boston uçağında biraz daha kendimize gelmiş vaziyetteydik ama hala uykulu. Evet, artık gezimizin 4 ncü Eyaletine gelmiş bulunuyoruz. Massachusetts !
Havaalanına indiğimizde, tüm gün Boston’u gezip akşam yine havaalanından araç kiralayarak Newport/Rhode Island’a gideceğimizden, akşama kadar valizimizi bir yere bırakmamız gerekliydi. Havaalanından, Boston South Station tren istasyonu’na gelerek, valizimizi sırf bu işi yapan emanetçilere bırakıp, bu güzel şehrin tadını yaya olarak çıkartalım dedik. Doğruca, şehrin eski merkezi, Marketplace bölgesine …
Boston’un Amerikan tarihindeki yeri başkadır. 1620’de, İngiltere’den gelenlerin, Boston’un güney doğusunda Plymouth sahillerinde koloniler kurarak Amerika’da bambaşka bir uygarlığı kuracak öncüler olduğunu, o yıllar acaba hayal edebiliyorlarmıydı. Daha sonra, bu topraklar üzerinde nasıl mücadeleler olacak, vergiler yüzünden İngiltere’ye başkaldırı, Boston Çay Partisi vs.
Samuel Adams, Paul Revere kimdir ? Neden kahramanlıkları anlatılagelir. Bunları merak edenler için, okunmaya incelenmeye değer ayrıntılar. Allahtan, Google diye bir şey var, işte, yalan yanlış ne var ise, ve neye de inanıyorsanız, tonla bilgi içerisinden rahatlıkla bulup inceleyebileceğiniz türden belgesel tadında tarihi hikayeler, ve ne uğurda buralarda da insan evladının mücadele verdiğini az da olsa anlamaya çalışıyorsunuz. Zira, o günün koşullarında yaşanan güçlükleri hayal etmeye çalışıyor, Boston sokaklarında gezerken de zihninizde canlandırmaya çalışıyorsunuz.
Biz yolumuza yaya olarak devam ediyoruz. Boston’da o kadar çok yer ilginizi çekebilir ki çok zaman gerekli burası için. Artık her gittinizde, ayrı bir yer gezip bitirirsiniz ileride. Biz henüz bitiremedik.
Marketplace bölgesi, şehrin hareketli yerlerinden biri, tam da merkezidir. Faneuil Hall, Quincy Market kendine özgü hali ile etkileyici.

Bu bölgeyi seviyoruz. Şehrin kendine özgü dokusunu size iyi tattırıyor. Tarihi Market havasını aldıktan sonra, sabahın da serinliği yerini sıcaklığa bıraktığı saatlerde, yavaş yavaş batı istikametinde ilerliyoruz. Çok sevdiğimiz Boston Public Garden ve Boston Common parklarında harika ortamı içimize sindiriyor, biraz dinleniyoruz. Bu arada, şehri gezen turist gruplar, tarihi kıyafetleri içerisindeki tur rehberi ile birlikte dolaşırken, hem karada, hem suda gidebilen ilginç bir gezi aracına denk geliyoruz. Charles nehrinde bu araçlarla bir gezinti yapabilirsiniz. Yalnız, biraz gürültülü araç bunlar.

Boston Common parkın 100-150 metre kadar kuzeyinde, Massachusetts State House binasını görmek hoşunuza gidebilir. Mimarisi kadar sanırım Altın Kubbesi daha çok ilginizi çekebilir.
Bu çok bahsi geçen Boston Common ve Boston Public Garden parklarının kuzey caddesinde, 50 yaş ve üzerinde iseniz, mesela çok nostaljik bir ortamda yemek yiyebilirsiniz. 80’li yılların Sitcom dizisi Cheers’ın çekildiği yer, bugün aynen muhafaza edilen çok güzel bir Bar Restoran. https://www.youtube.com/watch?v=tFB-JuTiXmk
Onca tempodan sonra, oradaki öğle yemeği o kadar lezzetli gelmişti ki, hala hatırlar ve konuşuruz.

Yine Boston Common Park’ın batısında uzanan Commonwealth Avenue ve bölgedeki mimari ile dükkanlar, bu semtin ne kadar elegan bir semt olduğunu açıkça gösteriyor. Bu caddenin sonunda ise meşhur Boston Red Sox beyzbol takımının sahası Fenway Park stadını görebilirsiniz.
Yok ben Fenway Parkı görmiyim, Beyzboldan da anlamam, daha entel takılayım derseniz, ki ben de öyle demiştim, hay hay, hemen Commonwealth Avenue’den sağa saparak, Charles nehri üzerindeki köprüden geçerek, Massachusetts Avenue 77 noya buyrun derim.

Bu adresin, dünya tarihinde insanlığa ne derece önemli hizmetler vermiş bir yer olduğunu düşünerek içerisinde bir tur atıyor ve ayrıca da sizin bunu merak etmenizi ve incelemenizi isteyerek yolumuza devam ediyoruz.
Bu adresten 1,5 km kadar daha kuzey batıya yürüdükten sonra, A.B.D tarihi için çok önemli bir eğitim kurumuna ulaşmış olursunuz. A.B.D.’nin en eski Üniversitesi ; Harvard Üniversitesi.
Adedi bilgilerle başınızı ağrıtmayayım. Zaten gerekli bilgileri her yerden bulabilirsiniz demiştim. Bu Üniversitenin atmosferinde bir şey var. Kaç kez ailece buraya geldiğimizi hatırlamıyorum. Buna bilginin cazibesi diyelim. Bu hayatın en büyük sihri “bilgi” değilmidir ? Bilirseniz güçlüsünüzdür.
Boston ile ilgili bir iki isim ve tarih yukarıda bahsetmiştim. Amerika’ya koloniler geliyor yıl 1620. Harvard kuruluşu 1636.
Daha A.B.D. ortada yok arkadaşlar. Birileri geliyor, 16 yıl sonra eğitim ihtiyacı hissediyor vs. Sonrasında, birileri burada eğitim görüyor. Örneğin, Samuel Adams oluyor. A.B.D.nin kurucularından biri olarak sahnede yerini alıyor. Sonrası da bütün Dünya’nın malumu.
Harvard Üniversitesi bahçesinde vakit geçirmek harikaydı.

Şehrin içinde ama, şehir gürültüsünden yoksun, huzur ve dinginlik içerisinde. Tavsiye ederim, o anı yaşayın.
Aaa, bir de, gördüğünüz gibi, sandalyeleri yanımızda getirmedik, koymuş adamlar orta bahçeye sürüsüyle sandalye, ihtiyacı olan oturuyor. Çimlere basmak da yasak değil. Orada doğa öyle bir fışkırıyor ki, aslında nolur çimlere basın diyesi geliyor bunların. Siz, hiç çim biçmenin ne kadar zahmetli bir iş olduğunu bilirmisiniz ? Bir biçin de görün, kaç gün kollarınız ağrıyor sonra. Bizim memlekette de, hayt, höyt, çime basma ! Sen önce memleketini çöl etme derler insana. Tabi önce insan olabilirsek.
Boston’da daha nereler nereler gezilir.
Mesela Boston Tower. Gökdelene çıkıp, tüm Boston’u kuş bakışı seyredebilirsiniz. Gerçi artık gökdelenler “in” değil “out”. Hepsinin tepesine çıkınca, aşağısı aynı ; aşağısı yani ))
Ya da USS Constitution Savaş Gemisi Müzesini gezebilirsiniz. Ammaann ! demeyin. Yüzyıllarca ayakta kalıp, halen seyir yapabilen bir gemi. Daha da enteresan bir bilgi, bu gemi, ecdadımıza karşı da savaşmış. Hadi çok anlatmayayım. Merak eden okusun. Bedeli ödenmeyen bilgi senin değildir.
https://en.wikipedia.org/wiki/First_Barbary_War
Daha daha daha, neler neler…
Artık valizleri toparlayıp gitme vakti. Boston, seni tekrar görmek güzeldi. Havaalanı oto kiralama ofisinden aracımızı teslim alıp 2 saat mesafedeki eski evimizi görmeye gitme zamanı geldi bile. İstikamet, Newport – Rhode Island. A.B.D.’nin en küçük yüzölçümlü eyaleti. 4 ncü eyaleti geride bırakırken, gezimizin 5 nci eyaletine akşam olmadan varmış oluyoruz.
Tekrar merhaba Rhode Island. Gezimizin 5 nci eyaleti. Bu arada, aklıma başka bir konu geldi. Bizdeki gibi burada da hemşehrilik oluyor demek ki. Ben mesela sevmem hemşehrilik mevzusunu. Bir nevi ayrımcılık değil de nedir derim hep. Neyse döneyim mevzuya; New Yorklular, kendilerine NewYorker derler. Boston’lular Bostonian’dır. Texas’lılar, Texan ! Kaliforniyalılar, Californication değil tabi, Californian. Peki Rhode Island’lılar ? Rhode Islander ! Durum böyle yani. Yine size fuzuli bir bilgi bırakaraktan yolumuza devam ediyoruz.
Seyahatimizin 3ncü gecesini havada geçirdiğimizden, kesinlikle 4ncü gecemizde Newport’ta iyi bir uyku uyuyacağımızdan şüphemiz yok.
Newport diyebilirim ki, küçük harika kasabalardan birisidir. Kuzey doğu Amerika’nın bende bıraktığı en etkileyici taraflarından birisi de, doğası. Kocaman ağaçlar, alabildiğine yemyeşil ve cıvıl cıvıl kuş sesleri, inanın başınız şişer kuş sesinden )). Ancak burası oldukça pahalı. Nedeni ise ; New York’un kalbur üstü kesimi, yani finansal açıdan oldukça şanslı olanlar diyelim, sayfiye niyetine yaz aylarında büyük şehirden kaçtıkları dinlence mekanı olarak bu bölgeye gelirmiş. Yaz sezonu kiraları vs oldukça yüksek bir bölgedir. Dolayısı ile burada hayat standardı da yüksek olduğundan, diğer bölgelere nazaran özellikle kalacak yer açısından da fiyatlar yüksektir. Bu nedenle, kalacağımız otel burada çok da konforlu bir otel olmayacak.
Bu elit tabaka, burada, o eski zamanların filmlerindeki mansiyonlar, malikaneler olarak gördüğümüz yerlerde yaşamışlar. Bunlardan bir kaçı çok güzel şekilde korunmuş ve müze olarak da bugün ziyarete açıktır. The Breakers, Chateau-sur-Mer, The Elms akla gelenler. Mezun olduğum Salve Regina Üniversitesi de bu mansiyonların arasında okyanusa karşı çok güzel bir bölgededir. Hemen yanında Cliff Walks da yürüyüp, The Chanler gibi oldukça elegant bir otel verandasında harika manzara eşliğinde yemek yiyebilirsiniz. Benzer bir yer de, Newport’un sembolik deniz fenerlerinden Castle Hill fenerinin yanıbaşındaki Castle Hill Inn’dir. Kahvaltısını tavsiye edebilirim.
Newport’un bana göre en güzel yeri, sahildeki yat limanı bölgesidir. Bowen’s Wharf ve Thames Street en renkli ve canlı yerleridir. Newport’ta, denizcilik ile ilgili herşeyi bulabilirsiniz. Çünkü inanılmaz denizci bir yerdir. Yelken ve yelkencilikle ilgili hayal ettiğiniz güzelliklere erişme noktasıdır. Tarihin sayfalarından kopup gelmişçesine, Uskuna Yelkenli Tekneleri ile zamanınız müsait ise yarım günlük dahi olabilen tekne turlarına iştirak edip bu hazzı yaşamanız mümkündür. Ya da sahilin üzerinde iskelelerde yudumlayacağınız içeceklerinizle ambiyansın keyfini sürebilirsiniz.

Burası sadece nautic anlamda sivil değil, askeri denizcilik anlamında da denizciliğinin merkezlerinden birisidir. Amerikan ulusal menfaatlerinin, Deniz gücü ile dizayn edildiğini düşünürseniz, buradaki Naval War College (Deniz Harp Koleji), Amerikan Savunma Bakanlığına inanılmaz bir beyin gücü yetiştiren ne derece önemli bir yer olduğu noktasında birleşirsiniz sanırım.


Esasen bir ada olan Newport, karayolu ile asma köprüler ile ana karaya bağlantılıdır. Bir adaya kaç asma köprü. Hizmete bakın.
Aklıma gelmişken, şu meşhur çalçene Jay LENO’da Newport’ta bir malikane almış, oturuyormuş efendim. Daha jet-sosyetik bilgiler isterseniz; Amerika Başkanlarından John F. KENNEDY, Jacqueline hanım ile Newport’ta evlenmiş.
Daha önce bir yıl kadar yaşadığımız bu sempatik şehirde, yaşadığımız evin de halen yerinde olduğundan emin olduktan sonra eski dostlarımızı ziyaret etme ve hasret giderme fırsatı bulduk.

Dolu dolu bir gün bitiminde 5 nci gecemizi de Newport’ta geçirdik.
Newport bölgesinde toplu taşıma pek yaygın değil, hatta pek çok yolun kenarında yaya kaldırımı bile göremezsiniz. Mesafeler de göreceli olarak uzunca olduğundan, devamlı taksi ile şehrin bir noktasından diğer noktasına gitmek için ödeyeceğiniz bedelden daha azını bir kaç günlük araç kirası ile karşılayabilir ve konforunu yaşayabilirsiniz. Biz, Boston’dan New York’a kadar olan bu bölgedeki ulaşım ihtiyacımızı bu şekilde karşılamış olduk.
Newport’ta mesela, eğer trafik ışıklarında 5 araç kadar kuyruk olursa enteresan olarak algılanır. Hele 10 araç birikmiş ise, trafik ne kadar yoğun denirdi. Şimdilerde yine öylemidir değilmidir bilemiyoruz tabi ki.
Bu bölgede başka neler yapılabilir ? Mesela, Okyanus’ta Balinaları izlemek ilginize çeker ise 1,5-2 saat kadar mesafede Cape Cod bölgesinde, Plymouth’da, balina izleme gezileri düzenleyen tekneler ile ilginç bir gün geçirebilirsiniz. Balina görmek garantili. Ya da Martha’s Vineyard Adasına feribot ile gidebilirsiniz.
Ertesi gün Newport’a veda ederek, Connecticut eyaleti (gezideki 6ncı eyalet) üzerinden New York’a doğru yola çıktık. Normalde 4-4,5 saatlik yolu çok da kasmadan ağır ağır oyalana oyalana devam ettik. Connecticut’ta Clinton denilen bir kenar kasaba da biraz dinlendikten sonra, tekrar devam ettik. Clinton’ın nesi mi meşhur ? ))) Outlet Store ve Burger Menüsü diyelim geçelim )) şaka bir yana, Connecticut’ta da malum meşhur ve çok değerli Üniversitelerin olduğunu hatırlarınıza sunmak isterim. Hangileri olduğuna bakarsınız.
Akşam saat 17’ye kadar kiraladığımız aracı New York’ta teslim edeceğimiz için fazla da zamanımız aslında pek yoktu. Nitekim New York trafik açısından her zaman sürprizlerle doludur. Neredeyse ucu ucuna aracımızı teslim ettikten sonra kalacağımız otel giriş işlemlerini tamamladık. Hoşbulduk 7nci eyalet. Demiştim ya, hep kamyoncu otelinde kalacak halimiz yok, arada bohem keyifler de gerekli diye. Bugün bizim evlilik yıldönümümüz ve New York City’de kalmak için lower Manhattan’da The Millenium HILTON otelini tercih ettik. Onlar da gayet güzel bir jest yaparak bu yıldönümümüzü Suit bir daireye upgrade ederek taçlandırdılar. Böylece İkiz Kulelerin yerine inşa edilen One Tower manzaralı 53ncü kattan gün batımını gören harika bir oda, bizi gülümsetti.

Bahsettiğim gibi bugünün en önemli aktivitesi yıldönümü kutlamamız. Dolayısı ile mekan da özel olmalı. Tavsiye üzerine Central Park içerisindeki BoatHouse Restoranı bizim için gerçekten harika bir seçim oldu. Bulunduğumuz Lower Manhattan bölgesinden Central Park’a gitmenin en kolay yolu tabi ki metro. Otelin hemen arkasındaki Fulton sokağındaki istasyondan 4 ve 5 nolu metro hatları ile en seri şekilde rezervasyonumuza yetişebilirdik. Akşam saatlerinde sanırım taksi daha geç giderdi. Fikrimi sorarsanız, Manhattan’da gezinecekseniz, tabi ki yaya ve rahat bir kıyafet içerisinde olmanızı öneririm. Yorulursanız da metro ile neresine isterseniz gidebilirsiniz. 59 ncu sokak istasyonunda indikten sonra, Apple’ın ikonik 5nci Caddedeki mağazasına çabucak uğrayıp inanılmaz süratle yeğenimizin Iphone siparişini, kasası olmayan mağazasından ayak üstü teknolojik pratik bir işlemle alarak Centralpark’ın güneydoğu girişinden kuzeyine doğru New York’ta bir sonbahar ambiyansı ile (hazin senaryosu bir yana) Centralpark BoatHouse’a vardık. Sıcak bir karşılama ile bize ayrılan harika göl kıyısı masamıza oturduk.

Tartışmasız enfes menüleri ve Centralpark içerisindeki göl manzaralı terasından akşam günbatımının hilal ile dansı ve bu hoş atmosferi yaşamak tariflerin de ötesindeydi. Mümkünse, hayatınızda arada bir böyle şeyler yapın derim tabi ki.
Güzel bir akşam yemeğinin üzerine en güzel giden şey, tatlı bir yazdan kalma akşamın ilerleyen saatlerinde 5nci Caddede yürüyüş yapmakmış. Efendim o dünyanın en popüler markalarının, leblebi çekirdek gibi sağlı sollu dizildiği meşhur caddeden ilerleyerek, New York Halk Kütüphanesinin önünden Times Square’a doğru dümen kırdık. Evet, her zaman o ışıltılı haliyle kendine çeken meydan, saat geç olmasına rağmen gece bir başka güzel ve kalabalık. 2015 yılı itibarı ile trafiğe de kapatılmış ve tam bir yaya cenneti olmuş. Şimdilerde tekrardan trafiğe açıldı mı incelemek gerekli.

Sonra ? Artık müsadenizle yorulduk tabi. Bindik metroya ve Dünya Ticaret Merkezi durağında inerek otelimize ve suit dairemize kavuştuk. Dibimizde “3 World Trade Center” (3 nolu Dünya Ticaret Merkezi) binasının inşaatı ve 24 saat çalışanları ile bu binanın inşaatına da yakinen şahitlik etmiş olduk. Pencereden manzara tabi ki enfes, insanın uyuyası gelmiyor. Şehrin ışıkları içeri doluşsun diye perdeleri de kapamadık.

Ertesi gün, iyi bir istirahatten sonra güzel bir güne uyandık. Ama şehrin uyumadığını da biliyorduk. Yanıbaşımızdaki inşaat, durmaksızın çalıştı. Sanırım biz otelde kaldığımız süre içerisinde de 1 kat yükselmiş bile olabilirler (azıcık abarttım).
Bu şehir için çok şey söylenebilir, yazılabilir. Çünkü her yeri ayrı bir sembolik ve zihinlerde yer eden bir şehir. Önemli olan şey, bulunduğun anı yaşamak ve hissetmek.
Vakit kaybetmeden kendimizi sokağa attık. Bugün Manhattan sokaklarının tozunu atmaya kararlıydık. Sabah kahvaltı sonrası kahvemizi Brooklyn Köprüsünde içmeyi kararlaştırmıştık. Barclay sokağı köşesinden, Amerikan milli içeceği olan (inanın öyle; Amkerikalıların yarıdan fazlası, dirsekleri 90 derece konumunda yaşıyor devamlı kahve tutmaktan) Starbucks kahvemizi aldıktan sonra Brooklyn Köprüsünde güneşe selam durduk.

Bu köprünün 1883 yılında açılmasına kadar geçen inşaat öyküleri oldukça ilginçtir. Roebling ailesinin başına gelenler açısından. Köprü o yılların koşullarını düşünürseniz inşaası bir hayli zor koşullarda yürütülmüş, mesela asma köprünün Manhattan tarafındaki kule ve bacağı denizin içerisindedir. Köprü tamamlandığı zaman, Dünya’nın 8nci harikası olarak bir zaman anılmış. İlk açıldığı gün gerçekten 150 bin kişi geçmişmidir bilemem ama inanılmaz ilgi çektiği kesin. Her zaman hayranlık duyduğum bir mimarı yapıdır.
Temiz havayı soluduktan ve kahve keyfimizi yaptıktan sonra Manhattan tarafına geri dönerek New York Borsasını açmamak olmazdı. Dünya dönüyor beklemez.

Lower Manhattan’da nefis zaman geçirebileceğiniz mahalleler; Tribeca, Soho, Chinatown bunlardan bir kaçı. Zevkinize göre mekanlar mutlaka bulabileceğiniz köşeler ve köşeler.
Biz bu kez, Broadway üzerinden kuzeye doğru yürüyerek, aylak aylak ortamın tadını çıkaralım istedik. Yürüyüş güzergahımız üzerinde Union Square’da soluklanıyoruz.

Bu meydanın batı kenarında açık pazar çok hoşumuza gitti. Cıvıl cıvıl. Bu bölge ile ilgili olarak küçük bir bilgi verelim. Filmlerden, Manhattan’ı hep gökdelenleri ile biliriz. Bazı istisnalar hariç, örneğin Aşağı Manhattan ve Finans Merkezi bölgesinde oldukça yüksek yapılar ve Orta Manhattan bölgesinde de yüksek yapılar göze çarpmakla birlikte, Greenwich ve Chelsea bölgelerinde binaların şaşılacak derecede düşük katlı olduğu görülür. 4 kat, 5 kat bilemediniz 7 kat gibi. Sebebi çok bariz. Zemin etüdü neye izin veriyorsa, o yükseklikte yapı yapılabilir. Temel kural. Manhattan’ın bu bölgesindeki zemin depreme karşı hassas olduğu için ne acıdır ki, müteahhitler yüksek bina yapamıyormuş. Hay Allah deyip geçiyoruz.
14 ncü caddeden kuzeye ilerlerken, yandan sıkıştırılmış, salı pazarı tişörtlerine konu olduğundan habersiz bir binanın (Flatiron Building) yanından geçerek 23 ncü caddeye varıyoruz.

Madison Square Parkı da solladıktan sonra durmaksızın yürüyüşe devam. Bu Broadway, biraz yamuk bir yoldur. Manhattan’daki birbirine paralel dikdörtgen baklava tepsisi misali blok blok düzeni içerisindeki yolları, verev şekilde keser ve kuzeybatı-güneydoğu istikametinde ilerler. Bir müddet sonra Manhattan’ın en meşhur binalarından Empire State binasını görmeye başlarsınız. Başınız havada, önünüze bakmadan attığınız adımlardan, nereleri yürüdüğünüzü şaşırırsınız. Önünüze bakmanızı sağlayacak daha gerçek tek şeyin 34ncü cadde kesişimidenki Victoria Secret mağazası oldunu söylemek zorundayım dostlar. Ancak bu sefer de aklınız başınızdan gidebilir )) . O zaman derhal karşı kaldırıma geçerek, ilginizi dağıtabilirim.
Herald Square yine sıcak havada soluklanmak için, onca beton bina arasında küçük, hoş bir yeşil alan. Bu parktaki heykelin hikayesini de okumadan geçmeyin lütfen. Eğer canınız biraz vitrin dolaşmak istediyse, tam zamanı, çünkü 100 yaşından daha eski bir mağaza karşınızda sizi bekliyor. “Macy’s”. ve özellikle orta katlarındaki bir yerde çok tarihi, eski bir yürüyen merdivene de binmeden bu mağazadan ayrılmayın. Tahtadan bir yürüyen merdiven, kimbilir, belki o da 100 yaşından fazladır ))

Sonrasında, gündüz gözü ile Times Square, Bryant Park, ile hani şu “Yarından Sonra” filmi ile iklim değişikliği ve buzul çağına dönüş temalı filme konu olan ve önünde tanker gemilerin park etmek zorunda kaldığı New York Halk Kütüphanesi, görebileceğiniz diğer popüler mekanlar.

Halk Kütüphanesini sırtınızı verdiğinizde, 42nci caddeden iki blok daha gidiverdiğinizde, New York’un “Grand Central Station” Tren İstasyon Binasına ulaşırsınız. Bu binayı görünce de akla, Central Park Hayvanat Bahçesinden firar eden “A lekto movit movit” ahbapların Madagaskar filmi akla geliyor.

Eğer güzergaha bakılırsa yaklaşık 10 km yürüyüşten sonra metroya binerek otele dönüp biraz istirahat etmek istiyoruz. 7 nci eyalet en yorucu olanıydı. Program daha henüz bitmedi tabi ki.
Akşam gün batımını “One Tower”dan izlemek istedik. Bunun için de, sıra beklememek için, önceden randevu sistemi ile vakitlice biletlerimizi almış olmanın rahatlığı ile İkiz Kulelerin yerine inşa edilen One Tower’ı akşam üzeri ziyaret ediyoruz.
One Tower’a çıkış ayrı bir hikaye … İniş ayrı bir hikaye … Tam bir görsel show ! Çıktığıma kesinlikle değmiş diyebileceğiniz türün de ötesinde. Asansör, sizi 102nci kata çıkarana kadar yaşadıklarınızla, inerken de yaşayacaklarınız harika bir şölen. Zaten yukarıda izlemeye doyamayacağınız rüya bir manzara olayın ta kendisi.

Gün batımına yakın saatlerde ziyaretiniz ile hem gündüz manzarasını, hem de hava kararmaya başladıktan sonra şehrin ışıklı halini görebilme şansınız olur.
Akşam yemeğinden sonra serbest zaman ve dinlenme ile 7 günde 7 eyalet sloganlı gezimizi nihayetlendiriyoruz. Ertesi sabah otelimizden çıkış ile birlikte metro ile Jamaica aktarma merkezinden, JFK Air train ile aktararak havaalanına geliyor ve dönüş uçağımıza yerleşiyoruz.
0 Yorum